6 Ocak 2016 Çarşamba

Kapı Ağzı…

Daha fazla erteleyemezdim. Sigarayı yaktım. Sırtımı kapının pervazına yaslayıp, ağzımdan savrulan dumanın yarattığı griliğin içinden baktım yüzüne. Yüzünde yabancı bir çizgi aramayı bırakalı epey olmuştu, yine de alışkanlıktan olsa gerek, zaman zaman dikkatle bakmayı ihmal etmiyordum. Onun sırtı, karşımdaki pervaza dayanmıştı, bakışıma bakan gözlerindeki kayıtsızlığın benimkinin bir örneği olduğunu düşünmek yanlış olmazdı. Kapı ağzında durmuştuk. Epeydir oradaydık. Aklı kekemeliğe mahkûmların utancının beslediği bir sessizlikle bakıyorduk zaman zaman birbirimize. Kapıdan rahatça geçip gidebileceğimizi düşündüğümüz, belli ki aymazlık içeren, ilk girişimimizin üzerinden ne kadar zaman geçtiğini hesaplamaktan kaçındığımızı, birbirimize söylemeden, sakınıyorduk. Seçme şansım olsaydı, kıstırıldığımız bu kapı ağzında yanımda durmasını isteyeceğim kişi olmadığını biliyordu. Benzer bir tercihe sahip olsaydı, karşısında beni istemeyeceği gün gibi ortadaydı. Seçme şansı yalnızca hayata aittir oysa bunu öğrenmiştik. Geri dönme ya da ileriye yönelme konusundaki seçeneksizliğimizde boğulup gideceğimizi düşünmeden edemediğimiz bir tuhaf bekleyişin içindeydik. Ne açık ne kapalı, ne dışlayan ne buyur eden, ne içerisi ne dışarısı; kendi başına bir mekân bile sayılamayacak bir kapı ağzının gönülsüz ve belki de hoş karşılanmamış konuklarıydık.

Söndür şu sigarayı artık, dedi birden. Hiç demezdi. Şaşırdım. Öyle şaşalamasam, sigarayı düşünmeden atıp ayağımla üzerine bastırıp söndürmezdim. Daha ayağımı izmaritin üzerinde hafifçe çevirirken, orada öyle duruşumuza renk katacak, küçük bir tartışma şansını yok ettiğimi fark etmiştim. O saatten sonra, niye söndürüyor muşum, diye sormanın anlamı kalmamıştı. Kızdım kendime. İçine hafif teması da alan bir kavga, azıcık itişip kakışma her ikimize de iyi gelebilirdi. Bana geleceği kesindi. Mıhlanmışlığımıza yeni bir soluk, sessizliğimizin aramıza gerdiği o ince tülde minik bir yırtık nefes almayı kolay kılabilirdi. Kaçırdığımız şansın farkında olup olmadığını anlamak için yüzüne baktığımda, bana yönelmiş –  kendime duyduğuma benzer nedenler içeren – küçük kızgınlık kıvılcımlarının rengine renk kattığını gördüm. İçin için sevinmese miydim buna?

Kendimden hiç beklemediğimi yapacağımı, daha yapmadan sezinlediğimden boğazımdan yükselen minik çığlığın yerini, sende benimle bu kapıdan geçebilecek dirayet olabileceğini nasıl oldu da düşünebildim, hiç bilmiyorum cümlesinin aldığını fark edince dilimi ısırıp kopartasım geldi. Benzer bir arzunun onda da peyda olduğunu görmek, dilimin bana lazım olduğunu hatırlamama neden olduysa da, yapacaksa hak etmişliğimden boyun eğebilirdim. Sen kendine bak, dedi. Saçma bir karşılıktı; olduğumuz yer ondan başka birine bakabilmemi olanaksız kılıyordu. Dediğinin saçmalığı onda da ayan durumda olduğundan bıyık altından güldüğünü görmek beni şaşırtmadı. Bir sigara versene, dedi neden sonra. Ben de yakarım ama, diye uyardım. Aldırmazlığını vurgulayan omuz silkişini sevebileceğimi düşündüğümü her ikimizden de gizleyerek sigarayı uzattım, bir başkasını da ağzıma yerleştirdim. Sigarayı burnuna götürüp koklayışına baktım. Ağzımdakini henüz yakmamıştım. Dudaklarının arasına yerleştirdiği sigarayı cebinden çıkardığı bir kibritle yakışını, benimkini yakmaya yeltenmeden yanan kibriti hafifçe üfleyerek söndürüşünü, çektiği ilk nefesin ciğerlerine doluşuyla belli belirsiz titreyişini izledim. Ben de ilk nefesi aldım açgözlülükle. Dumanım onunkine karıştı.

Geri dönemeyiz biliyorsun, dedim. Bunu derken gayri ihtiyari başımı çevirip geride kalana bakmıştım. İstersek geçeriz kapıdan, sen de bunu biliyorsun dedi. O kapıdan geçişimize dair kurduğum sayısız farklı düş’ün bir tanesinin bile gerçekleşme olasılığının düşüncesinin ben de yarattığı korkuyu sezdirmekten ürkerek güldüm.

Seçebilseydim seni seçmezdim, dedim aniden. Bu kez gülen oydu. Ben de, demesine gerek yoktu. Aynı anda kıpırdandık. Ama kapı ağzının bizi seçmiş olmasından şikâyetçi değilim, demek istedim. O, içine çektiği dumanı yüzüme boca etti. Demek istediklerimi kendinde boğup, işitilemez kılan kekemeliğimin aynını taşıdığını bilmez gibiydi. Yüzümü buruşturup, sigarayı attım. Bizi seçmiş kapının ağzında, gözüm üstünde, gözü üstümde öylece durmayı sürdürdük…



Mey