20 Ocak 2016 Çarşamba

Haşin Sızı...

Önce kokuydu. Belki de ses. Hangisi? Ne önemi var? Geliyordu. Henüz görünür değildi. Belki de ben göremiyorumdur, diye düşünüyordum. Doğrudur, görememişimdir. Fakat koku? Bir de ses?

Kimselere söylemedim. Ne sesi, ne kokuyu, ne de gelmekte olduğundan artık kuşku duymadığımı. Ayağımı sıkıca bastım yere. Sağlam dur, dedim kendime. Kokuya ve sese bakılırsa şiddetle geliyor. Hazırlandım, ne kadar olabilirse. İçim kıpır kıpır, dilim sakin, gardım çoktan alınmış. Zayıf yanlarımı biliyordum, dibe meylimi de. Kalbim sorunluydu, bununla kalsa iyiydi. Bildiğim en büyük oyunbozandı bir de. Oradan vurulacaktım elbette.

Ses ve koku enikonu yoğunlaşıp, kendisinin de görünür olmasının eli kulağındayken boş duramazdım. Var gücümle - bir bıçağı biler gibi, usulca ve sabırla - hazırladım kalbimi. Yengi ummuyordum, hayatta kalsam yeterdi. Tebessümü yitirmek en büyük kayıp olurdu benim için. Ondandır ki, gülünç hikayeler biriktirdim olası zor günler için merhem niyetine. Hazırsın, dedim kendime, kendim de inanmayarak bu dediğime. Başka çıkarımız olmadığından inanıverdik derhal. Üst dişlerimiz alt dudağımıza saplı, bekledik.

İlkin koku kesildi, ardından ses işitilmez oldu.
Geldi.
Vurdu. Haşin bir sızı hala kalbimin orta yerinde.
 Hayattayım. Tebessüm arka cebimde saklı...

Mey