“ bana soru sor artık
beni
kurtarma, konuştur.”
İ. Özel
Elbette içimde kalanlar var; ukdelerim var. Hayatın devasa
bir ıskalama tahtası olduğundan haberdarım, hep öyleydim. İsteyip alamadıklarımın
hesabını gütmedim; incindim belki ama hiç içlenmedim. Neşemi korudum üstelik.
Yaşam, periyodik aralıklarla içe ve dışa döndüğüm bir gel –git’ler
yorgunluğuydu. Kabullenmiştim. Yazmanın sağaltıcı gücüne önce inandım sonra
reddettim. Sağaldım ve marazlandım. Marazlandım ve sağaldım.
Adımı değiştirmek bir hata mıydı, hala emin değilim. Adımı
değiştirdiğimde artık konuşabileceğimi, bende birikenleri dışarı akıtacak bir
oluk açabildiğimi düşünmüştüm. Adımı değiştirdiğimde ve yürümeye başladığımda.
Koşulsuz seviyordum. Hem yürümeyi hem de yeni adımı. Yürümek ve konuşmak özdeş
eylemlerdi; her ikisini de eylemek yeni bir heyecanı ve devam etme arzusunu
güçlü kılmak anlamına geliyordu. Mecalim kalmayana dek konuşmam- yürümem
bundandı. Ağzımdan çıkan her sözcüğün bana büyülü gibi görünmesi de bundan;
aklımı başımdan alıp götüren bu büyü fikrinin ben olmayanlara sirayet edip,
sihri çoğaltması da bundan. Adımı değiştirdiğimde, artık söz’ümün kimseyi
zehirlemeyeceğini düşünmüştüm. Büyünün de bir tür zehir olduğunu hesaba
katamayışım hangi ben’in marifetiydi, emin değilim.
Yalnızlıktan şikâyet etmedim ve durmaksızın ondan yana
sızlananları samimi bulmadım. Gerçek bir yalnızın konuşmayacağının bilgisiyle
biteviye ve içtenlikle sustum. Gerçeklikle doğruluk arasındaki ilişkiyi ve
farkı herkesten iyi bilsem de, ne ilişkiyi dikkate aldım ne de farklarını
umursadım. Hangisinin nesnede hangisinin öznede olduğunun önemine asla
inanmadım. Her ikisini de sıkıcı buluyordum. Düş kuran insan zihnine duyduğum
hayranlıktan umarsız aşklara koyun açtım. Olabildiğince çabuk ihanet ettim,
inanılmaz bir hızla kaçtım.
Korkularım vardı doğal olarak. En çok da korkusuz olmaktan
korktum. Saçımı okşayarak, korkmamamı söyleyenlere içimden dil çıkardım. Cesur
bir korkak olduğumu kimseye demedim. Delirmekten korktuğum halde akıllıca
davranmayı hiç beceremedim. Evimi temiz, zihnimi kirli tuttum; aklıma doluşan
her fikrin peşinden düşünmeden koştum. Söyledim ancak eylemedim. Eylediklerimi
ise çoğunlukla zikretmedim. Kendimi gizli köşelerde ağır ağır öğürdüm.
Sırları sevmezdim. Sırrı bulaştıranlara inat sırlarımı
dolaştırdım. Aleni olanı şiddetle inkâr ettim. Kendimin ‘yalancı çoban’ıydım. Hiçbir sözüme arka
çıkmadım. Giderek irileşen söz’ün arkasına pek güzel gizlendim.
Özlemenin özel ve özellikli bir hisleniş olduğunu
düşünmedim. Onun öz’den gelen ve yine öz’e yönelen, içedönük bir eyleme hali
olduğunu biliyordum. Tek kişilik eylemlere yatkınlığımdan, özlemeyi de yürüme
ve konuşmanın yanına yerleştirdim.
Yazmasaydım delirmeyecektim. Yazdım yine de. Yazdıkça
aralandım. Yazdığım her sözcükle olmayan evrenimi renkten renge boyadım.
Yazmanın yaşanılanın kâtibi olmaktan öteye geçirmeyeceğini biliyordum beni.
Yazdığımda yaşamadım, yaşadığımda elime kalem almadım. Yazmanın bir yok etme yolu
olduğundan neredeyse emindim. Seni kalemimle tükettim. Yokmuş gibi görünen
varlığının, kendime söylediğim büyük bir
yalan olduğundan hiç kimseye bahsetmedim.
Mey