4 Aralık 2015 Cuma

Kırılmışlığında Bir El'in...

Sonsuz kırgın – ki elle tutulmaz kırılmışlığı – ve soğuk bir el’in hikâyesi beliriyor bakımlı, ince parmaklı ve boyanmış tırnaklarının görünürlüğünün ötesinden. Yazılabilirliğini sorgulatıyor, yarım yamalak tutulmuşluğunu da yitirmişliğinin ardından peyda olan belli belirsiz titreyişi. Diğeri değil ama bu elin bir hikâyesi var, besbelli. Neresine saklamış olabilir merakıyla uzunca bakıyorsun o sağ ele. Bakarken, bir anlamda ararken, bambaşka hikâyelere ait bambaşka ellerin görüntüsü – anısı mı desek şuna? -  beliriyor zihninde. Karıştırma şimdi başka elleri, diye çıkışıyorsun. El’i ele eklemek geride kalmış bir düş, hikâyeyi başka hikâyelere katmak anlamını yitirmiş bir çaba. Ne gerek var?

Dilini çözersen her şey konuşur veya işitilebilir olur. Buna inansan enikonu, el de hikâye de açık edecek kendini sana. Zihninin yöneldiği nesneyle konuşan hep sen oldun bu güne değin. Sevimli bir aile şapşallığı olarak zaman zaman – yakalandığında çoğun – cansız varlıklarla konuşma geleneğinizden söz ettiğin oldu gülerek ve söylediğin kişileri de gülümseterek. Yazmayan kalemlerle kavga edişin, seni zorlayan bir fermuara verip veriştirişin, kapanmamakta ısrar eden musluğa çektiğin söylevler… Şimdi karşında canlı bir varlığa ait, canlı bir – kıpır kıpır çünkü – uzuv, sana öyküsünü anlatsa dileğindesin.

Neye bakmıştınız, diye sorsa mesela. Şaşırsan ilkin, küstah gözlemciliğinden bir an için utansan. Utancını, sevimli olduğunu düşündüğün bir gülümseyişin ardında saklasan, sonra “ hiç “ mi desen, “ öyle gözüm dalmış.” Saklamayın kuzum, diye atılsa işaret parmağı. Belli ki, bende ilginizi çeken bir şey oldu. Söyleyin hadi. Ne diyeceğini bilemesen. Kıvransan bir süre. Nasıl söylenir ki böyle bir şey, beni şiddetle kendine çeken bir elin hikâyesinin derdindeyim, nasıl denir ki. Sabırsızca oynasa parmaklar yerleştiği bacağın üzerinde. Senin yerine cevap arasa tez canlılığından. Bir başka el’e mi benzettiniz yoksa diye sorsa. O an, o başka el belirse gözlerinin önünde. Bir an için -  küçük bir an ama  - özleme benzeyen bir şey titreşse içinde. Hatırlattığı için içerlemiş baksan karşındaki devingen parmaklara. Yok, desen. Benzetmek değil de, meraktan, desen. Ne merakıymış bu, diye seslense kuşkuyla. Saklamanın anlamı olmadığını fark etsen ve dökülsen merakını. Tırnaklarınızla avucunuzun içinde bastırdığınız, bastırırken handiyse kanatacak gibi olduğunuz o noktanın hikâyesi, desen çekinerek. Parmaklar kendiliğinden açılsa hızla. Nereden çıkarıyorsunuz bunları diyerek terslense yakalanmışlığının paniğini gizlemek ister gibi. Üstelesen. Görüyorum, desen. Görüyor musunuz, diye sorsa alayla.  Aymazlığına kızmış olsa iyiden iyiye. Sanki bilmiyorsunuz, dese kibirlenerek. Safça baksan sen. Neyi bilmiyorum, diye sorsan. Bu sırada zihninde çınlasa o “ sanki bilmiyorsun “ çıkışması. Neyi, sanki bilmiyor oluşunun cevapsızlığından bakışlarını kendine çevirsen ve orada görecek bir şey olmasa. Bilmiyorum galiba, diye itiraf etsen. Alaylı bir jest görsen el’in seni umursamazlığında. Yalvaracak gibi olsan. Cidden, desen. Cidden bilmiyorum neden söz ettiğinizi. Samimiyetinden kuşkusunun devam ettiğini saklamaya gerek duymadan iyice yaklaşsa sana doğru. Duyulur duyulmaz olsa konuşması tam o anda.

Tırnaklar, dese. Evet, tırnaklar, diye cesaretlendirsen söylemeyi bırakmaması için. Tırnaklar avuçtaki o noktaya, ama tam o hikâyenin varlığını sezdiğiniz o noktaya battığında ne oluyor, diye sürdürse sözlerini. Ne oluyor?

Durup düşünsen bir an. Diğer el gelse yine aklına. Çaresiz cevap versen:
Acıyor.

Böyle olsa her şey tastamam.

Hikâyeden vaz geçerdin…


Mey