25 Mayıs 2015 Pazartesi

Biri / Monad…

Gerçekte bir zaman algısı olabilir miydi yoksa kadın ve çocuğun rutinlerine bağlı yapay bir algı mı oluşturmuştu, bundan emin değil Biri. Onların uyanma dedikleri eylemle başlayanın gün olduğunu biliyor. Eve döndüklerinde yaklaşan akşamın ardında, gece denilen – kendine has bir dokunaklılık içerdiğinden emin olduğu- zaman dilimini sakladığını da biliyor. Onlar uyanıyorlar, çıkıp bir yerlere gidiyorlar ve ardından geri dönüyorlar. Müzik geliyor gelişleriyle. Bir şey geçiyor, bir şey geçmiyor. Çocuk, Biri’nin masumiyet dendiğinde tek aklına gelen şey olan, uykulara yatıyor. Kadın, Biri için aynı anda hem çekim hem de çekince olan o odaya kapanıyor. Bir şey geçiyor, bir şey geçmiyor. Kalıcı olan, tınısı değişse de müzik oluyor.

Yapay ya da değil, zaman algısı geçen bir şeylerle geçmeyen bir şeyler arasına gerili Biri’nin. Örneğin, bir varsayımlar yumağından ibaret olan düşüncelerinin. Günden güne çoğalan sorularına yanıt diye ürettiği varsayımların bir kısmı, meyilli sokaklardan akıp giden su gibi. Bir kısmı, baharın yumuşağıyla çağlayacak buz parçacıkları gibi çakılı zihninde. Evet, artık belledik: Bir şey geçiyor, bir şey geçmiyor. İnanmaya hevesli olduğu varsayımlarını birer olgu olarak kabul etme meylinin tehlikesinin farkında olmaya yanaşmayan bir inatçılığı var Biri’nin.

Bütününü yitirmiş – belki önemsiz ama belki de hayati – bir parça olduğundan neredeyse emin. Kadında varlığını enikonu hissettiren eksiklik, ona ait olduğu fikrine saplanıp kalmasına neden olsa da, bir yandan bir başkasına da ait olabileceği fikrini göz ardı etmemesi gerektiğini biliyor. O parça neydiyse, edilgen olmadığından emin. Yapabildiklerine dayandırıyor bu kesin inancı. Kadına ait olduğu fikri, gelen gidenin, çocuğun hatta kedinin Biri’nin artık kendisine ait gördüğü alanın temizlenip, değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin önerilerinin, kadın tarafından her seferinde etkili veya etkisiz bahanelerle öteleniyor oluşunu gözlemesiyle güçleniyor. Varlığımın farkında, diye düşünüyor Biri. Ya kendi de aynını yaptığından, bir başka insan tarafından buraya tıkıldığımı sezdi; ya da bizzat kendi beni kendinden koparıp buraya attı.

Bir ruha sahip olduğunu, değilse de ruhani bir şeyden pay aldığını düşünecek kadar ileri gidebilir artık. İkincisi daha akla yatkın geliyor. Ancak diğer parçalarla bir aradayken, gerçek anlamını kazanacak ruhani bir parçacık. Reddedilmiş bir monad. İçindeki ezilmeye karşın varsayımına sıkı sıkıya yapışıyor. Bilse adına, tamamlanmaya duyulan özlem, derdi. Henüz bilmiyor. Varken nasıl olduğunu bilmediğiniz bir şeyin yokluğunu hissetmekte olduğunu iddia etmenin akıl dışı olduğunu ona söyleyecek kimse yok. Kadına ait değilse bile, ondaki küçük kendindeki büyük eksikliğin birbirlerinde tamama ereceği ihtimali en yeni heyecanı. Ruhundan çekip koparmış olsa da Biri’ni, o boşluğa – yapabilirse –  resmi bütünleyecek bir puzzle parçası gibi oturacağından emin. İstenmeyişini aklına getirecek gibi değil o anda. Yurduna kavuşma ihtimali belirmiş bir sürgünün, gurbet tutmasını yaşıyor tüm zihni.

Kapı sesi, zaman algısını harekete geçiriyor. Nasıl geçeceği belirsiz bir geceyi eteklerinin ucunda saklayan akşamı hissediyor. Çocuğun gülerek anlattığı hikâyeye kulak kabartmak için kapıya yaklaştığında, önce müziğin sesi duyulur oluyor ardından da daha önce sormadığı bir soru düşüyor aklına: Peki kadın,  artık var olmadığım o yerde bıraktığım boşluğu, doldurmuş olabilir mi? Cevabı bir yana bırakalım, sorunun kendisi başlı başına bir kıvranış bırakıyor Biri’nin zihninde. Müziği işitmez oluyor. Bir şey geçiyor, bir şey geçmiyor...


Mey