23 Şubat 2015 Pazartesi

Biri / Göz’ün Söz’e Değdiği An…

Fare olmadığından emin olabilse, kediyle dost olabileceklerini düşünmeye başladı Biri. Yalnızlık olur olmaz düşünceleri getirip bırakır işte akla, diye söyleniyordu da kendine bu fikir her aklına düştüğünde. Neden olmasın, diyen bir başka ses bastırıyordu zihnindeki çekingenliği ve bulunduğu yerin eşyayla doldurulmuş ıssızlığından bunalmışlığıyla bir olup tahrik edici bir vurguyla zorluyorlardı onu. Kadının ve çocuğun ev dışında oldukları saatlerde, Biri’nin içerisini yine Biri’nin dışarısından ayıran ve kendisine giderek kötücül bir engel gibi görünen o kapıyı açıp, evin diğer köşelerinde dolaşabileceği, kedinin peşinden evin yaşanılan mekânlarında sessizce süzülebileceği fikri, kaynayan bir sıvı gibi yakıyordu Biri’nin içini. Kedinin gözlerinin yeşilliğinde güvenilmez ışıklar yandığını iddia ederek dizginlemeye çalışıyordu içindeki arzuyu. Oradalığının farkında olduğu belli kedinin, diye susturuyordu o sesi, tahrikin dozunu giderek artıran diğeri. Hadi bir cesaret!

Gereken cesareti, Biri’nin sığınağının bulunduğu odada, kadının ve çocuğun odayı nasıl kullanabileceklerini tartıştıkları o akşamüstü buldu. Kedide oradaydı. Bu evin bir ruhu var, diyenin hangisi olduğunun bir önemi yok artık Biri için. Zaten hatırlamıyor da. İşittiğinin yarattığı heyecan, sonunda “ neyim “ sorusuna akla yakın bir cevap bulmuş olabileceği inancındandı her şeyden önce. Evin ruhu! Olabilir mi? Derinlerde bir yerden gelen, saçmalama çıkışmasını duymazdan gelişi bir cevaba duyduğu ihtiyaçtandı elbette. Saçmaysa da değilse de bu fikre tutunmaya meyilli, ertesi günü; kadının ve çocuğun kapıdan çıkıp gidecekleri anı sabırsızlıkla bekledi.

Temkinlice açtı kapıyı ertesi sabah. Dakikalardır evin sessizliğini dinliyordu. Bu kadar yetti, dedi kendine ve usulca çıktı. Kapının önünde kendisini bekler göreceğinden, neredeyse, emin olduğu kedinin ortalıkta görünmeyişine şaştı ilkin, derken kokunun çoğul yoğunluğuna.  Eve ait koku /ların inine kadar gelen kısmının, olanın küçük bir uzantısı olduğunu anladı. Durdu ve soludu derin derin. Eşyanın kokusunun arasından seçilen kadına, çocuğa ve elbette kediye ait kokuya dikkat kesildi. Rahatsız edici değildi kokuları. İlk adımını attı. Odadaki tek tük eşya ve onlara ait kokuyu şimdilik erteledi, evin diğer kısımlarında olabilmek için duyduğu isteğin ittirmesiyle ilerledi. Kedinin ortalıkta görünmeyişinin aklını kurcalayan merakının da gezintisi sırasında doyurulacağından emin, cılızlığını giderek kaybedip güçlenmeye başlayan güvenle bir başka odaya geçti.

Ne çok nesne, diye düşündü gezindiği odaların kalabalığına bakıp. Nasıl olup da adlarını bildiğine şaşırdığı bir dolu eşyaya temas etmeden aralarında dolaştı. Sonra fotoğrafları gördü. Çocuğa, kadına ve tanımadığı başka insanlara, mekânlara ait fotoğrafları. Gözleri birbirine çok benzeyen kadının ve çocuğun yüzlerini inceledi uzun uzun. Dalıp gitti o gözlerdeki çözemediği bir şeye. Öyle ki, odanın kapısından başını uzatmış sakince onu izlemekte olan kediyi fark etmedi. Biri fotoğraflara, kedi de ona baktı dakikalarca. Çünkü bakabiliyorum, diye düşündü Biri. İşitebilir, koku alabilir ve görebilir bir ruh olduğu fikriyle keyiflenecek gibi olduğu anda kediyi gördü. Durup bakıştılar. İlerleme arzusu kedinin gözlerinin yoğun yeşilliğinin içine hapsolmuş gibi geldi Biri’ne. Şimdi ne olacak? Bir şey olmadı. Sözsüz, söylemesiz ve anlamı yok boşlukta mıhlanıp kalmış gibiydiler. O kıpırdarsa ben de kıpırdarım, diye düşündü Biri. Yo, hayır bunu diliyordu daha çok. Lütfen bir şey yap. Kedi onu duymuş gibi, bir anda ağzını kocaman açıp esnedi. Ardından dönüp aralık kapının arkasında yok oldu. Vakit kaybetmeden peşine düştü Biri de. Başka bir odanın kapısında kaybolmak üzere olan kuyruğu görebildi ve o yana doğru yöneldi.

Karmakarışık bir masa, dört duvarı kitaplarla kaplı kütüphane, pencere önünde yeşil ve şekilsiz bir koltuk. Kedi tembel hareketlerle sıçrayıp koltuğa kurulunca, masaya doğru sokuldu Biri. Kâğıtlar, defterler, renk renk kalemlerin kalabalıklığıyla bulanıklaşan görüşünün düzelmesi için birkaç saniye gerekti. Önünde açık duran deftere karalanmış, ilkin anlamsız gelen şekillerin zihninde sıralanıp, işitebilir, koku alabilir ve görebilir oluşuna ek olarak okuyabilir de olduğunu anlamasıyla, kedinin gelip yazının üzerine oturması ve az önce zihnine kazınan sözcükleri yeniden okuma arzusunu imkânsızlaştırması aynı ana denk geldi.

Bu evin ruhu değilim, dedi kedinin hafif kısılmış gözlerine dalgınca bakıp. Ardından usulca dönüp çıktığı yere, sığınağına doğru yalpalayarak ilerledi. Peşinden aheste aheste gelen kedinin farkında ama buna aldırmayarak, kendisinin içerisini yine kendisinin dışarısından ayıran kapıya ulaşmaya çabaladı. Zihninde yankılanan o cümle kulaklarını yakmaya ahdetmiş gibiydi: “ zihnin diğer bir zihne di…” sonunda kapıya ulaşıp, karanlığına atıverdi kendini yuvasının.  “ bedenin rüyaya…” karanlığın en karanlığına sığınıp zihnini avuçlarının arasına aldı. Artık biliyorum, dedi.

Biri’nin hikâyesinin başladığı an, artık biliyorum’u mümkün kılan bu andı.
Kapının önündeki kedinin, belirgin bir keyifle kuyruğunu, ahşap kapıya vurmakta olduğunu görecek gibi değildik o esnada. Biri de, sonunda hikâyesinin başlangıcını yakalamış olan bu satırların yazarı da. Ve bu kedinin umurunda değildi. Hiç hem de…


Mey