2 Haziran 2014 Pazartesi

Bir Şiirin Hatıra Defteri...

   melek’e, ekim’e ve yıldız’a

külden yapılma bir şehirde karşılaşmıştık seninle. binalar,
bir deniz arıyordu ışıklarını düşürmek için. yüzümüzde çizgi
romandan bir aşk, yanık otların kokusunu doldurmuştuk
konuşma balonlarının içine. titremişti toprağın iskeleti,
dünyalar geçmişti ayak parmaklarının arasından, gözlerin bir
ışık gibi takip etmişti ölü doğmuş dillerin işaretini.

biliyorsun, herkesin bir baba öyküsü vardır, bir de evlerden
taşan babasızlığı. sen devrimle avuttun kalbini, ben içinden
ağaç çıkan yumurtalarla. solaryuma giren bir güneş kadar
karardı gök. kederler aktı bir ırmakla beraber, birbirine
vurdukça şarkılar çıktı taşların arasından.

okyanusun ortasında boğulan bir göl gibi kaldık.

anlatmıştım sana; en çok biz bozkır yakışırdı senin rüyana.
kuşlar kanatlarında taşırdı yıkık kentin sokaklarını. çamurdu
bütün servetimiz, geri dönen aşklardı. bir yeryüzü kitaplığında
kaybederdik kayaların altında bulduğumuz adımızı.

o zaman öğrenmiştim, adından çıkışı olmayan labirentler yapmayı.

bir şiirin peşinde karşılaşmıştık seninle. kızını sever gibi ovmuştun
lambayı. kalbinde doğum lekesi taşıyan bir cin çıkmıştı içinden.
kendine soğuk sular, bana ateşler dilemiştin. zenci tanrılara
bağışlamıştık durmadan kabuk değiştiren yaralarımızı. gün, evden
kaçmış bir çocuk gibi yığılmıştı masaya.

en çok bir at olarak gelmeyi isterdim dünyaya. sense sularıyla
çağlar deviren bir körfez. kim bilir, belki o zaman altında kalırdı
bu şehrin aynaları, belki ölü filozofların hayaletleri dönmeye
başlardı odanda.

sahi, sayısız odaları olmalıydı kalbinin. ve her birinde gittikçe
büyüyen uykuların.

kahırdan yapılma bir dağda karşılaşmıştık seninle. ağaçlara yeniden


can veriyordu parmakların.


Gökhan Arslan