29 Ağustos 2016 Pazartesi

Gülümsediğimizde…

Gülümsediğimde… Ara sıra gülümserim ama dur bakalım, galiba bu aralar biraz daha nadir. Evet, tamam. Gülümsediğimde, dünyayla aramdaki mesafenin değişime uğradığını hissederim. Birimizin hızı artar yani. Kiminde o beni geride bırakır, kiminde ben onun önüne geçerim. Sözün aslı birimiz diğerimizden uzaklaşırız. Bundan iki tarafın da şikâyeti yok. Yok, çünkü olduğu haliyle ve olduğum halimle  yabancıyız en baştan birbirimize. Zoraki bir kabul dünyanınki ben söz konusu olduğumda, biliyorum. Ben de çok farklı hissediyor sayılmam ona karşı. Birbirimize göre olmadığımızın farkında olalı çok oldu. Epey oldu ya, yine de celbi, o beni içinde tutuyor farklı bir seçenek henüz oluşmadığından. Ben de onun beni çevreleyişine rıza gösteriyormuşçasına suyuna gider görünüyorum. Ama gülümsediğimde, bir gülümseme anı boyunca kurtuluyoruz birbirimizden. Daha sık gülümsemeliyim, diyorum kendime. İçtenlikle ve dünyayı beni unutacak kadar dışımda tutarak. Zorla da olmuyor ama. Numaradan gülsem diye hinlik edesim gelmiyor değil. Ama dünya bu. Anlamaz mı? Anlar elbet. Anlar ve beni sarmaladığı kollarını daralttıkça daraltır domuzuna. Gerçekliğine dair şüpheye mahal vermeyecek gülüşler ummaktan başka çıkarım yok. Yine de gülümsediğimde, ara sıra oluyor, dünyanın kötücül çehresi silinir oluyor, insanı bir yana, derdi öte yana atıyor. Bir ben kalıyorum genişleyen yüz kaslarımın içimde sota bir yere pervasızca uzanıverişinde.

A.’nın benden farkı yok. Tek tük gülümseyişlerinin kendisini dünyanın dışına atıyor olduğunun bilincine henüz ermemiş oluşunu bir yana bırakırsak o da ben gibi kendisinden haz etmeyen bir dünyanın kollarında debelenip durmakta. Şimdi durup dururken A. da nereden aklıma geldi? Dünkü yüzü beliriyor gözlerimde soruya cevap niyetine. Epeydir oturmamış; oturup boş konuşmalarla süslediğimiz suskunluğumuzun tadına bakmamıştık. Özledin mi, diye soran olsa… Özlediğim de yok. Yolumuz kesişir, zamanımız uyarsa ben onun için olurum o da benim için olur geçiciliğin doldurulması gereken boşluğunda. Eskiden sevişirdik de. Şimdiler de ikimizin de içi çekmiyor olmalı ki, kimsenin gözlerinde o hafifçe kararmış bakış belirmiyor.

Hava sıcaktı, bira istedik. Kocatepe’nin gözlerden gizli, insanı şaşırtan yeşilliğinin ortasına kurulmuş çay bahçelerinden birine oturmuştuk. Caminin avlusu orası, ne birası demeyin. Hangisine oturacağınızı bilirseniz birası da var soğuk tarafından. N’apıyorsun, diye sordu A. Bir şey yaptığım yoktu. N’apayım, dedim. Sen n’apıyorsun? N’apayım, diye yanıtladı. Gülüştük. Hoop işte, önümüze geçti dünya. Göz ucuyla izledim bir an önce uzaklaşmak için hızlıca devinişini. A.’ya söylemedim ama. Henüz değil.

Memleket meseleleri bir süre sonra konuşmayı anlamsız kılacak denli çetrefilliydi. Kısa kestik. O bir iki film, dedi. Ben birkaç kitaptan söz ettim. Kapitalizm karşıtı replikleri ve göndermeleriyle ağzımıza bir parmak bal çalan bir iki yeni diziden dem vurduk. Normal, şuramıza kadar gelene dek bu böyle sürdü. Yeter artık, diye çıkışınca ben, A. çok gerginsin müzik dinle biraz deyiverince gülüş kahkahaya evrildi bende. Dünya depar attı o sıra. Mesafe büyüyor, diyesim tuttu. A.’nın gözleri kısıldı. Mesafe mi, diye sordu oltaya irice balık vuracağını sezmiş gibi. Yok bir şey diye geçiştirebilirdim belki ama onun da gözlerinin açılmasının zamanı gelmişti bana kalırsa. Söylediklerimi bu yüzden söyledim. İlkin anlamadı. Yineledim tabii. Düşünce tarihinin o büyük kahramanlarının, işitebilselerdi, onay verecekleri temellendirmem, A. ‘nın kafasını karıştırmış gibiydi. Etraflıca sordu. Ağzım laf yaptığından ballandırarak anlattım bir kez daha. Aklına yatıyor gibi oluyor, sonra bakışlarından şüpheci bulutlar geçtiğini göreyim diye kocaman kocaman açıyordu gözlerini.

Biz gülümsediğimizde mi oluyor yani, diye sordu kim bilir kaçıncı kez. Başımla onayladım. Benim, dedim. Önüme geçiyor daha çok, seni de gerisinde bırakıyor. Niye, diye sordu artık ısınmış birasından aldığı yudum nedeniyle yüzünü buruşturarak. Bazılarımızı içinde istemiyor belki de, dedim ama dediğimi çok mantıklı bulmadığım her halimden belliydi. Diyorsun ki, diye üsteledi. Dünyanın ritmini bozan bir şey var gülümseyişimizde, öyle mi? Galiba, dedim gizemlice. Emin olamayışın insanı gizemli olana yakın kıldığını düşündüğümden söz etmedim elbette. Şüphesine şüphe eklemenin âlemi yoktu. Biraz sustuk. O, dediklerimi düşündü muhtemelen, ben delice olanı bölüşmenin hafifliğiyle etrafı izledim. Çay bahçesinin hoparlöründen yükselen o berbat şarkının dilime dolanacağından emin bekledim A.’nın paylaştığımı zihnine kabul etmesini.

Sen bu durumdan memnunsun ama öyle mi, dediğini duyduğumda bakışlarımı çevirdim yüzüne. Suratındaki ifade ses etmemem gerektiğini düşündürdüğünden omuz silktim. Burası çok sıcak, dedi A. o sıra. Sıcaktı. Sana mı gitsek, dedim ani bir kararla. Gülümsedi. Gidelim bence, dedi. Gülümsedim. Yolda, az önce dilime dolanmış şarkının berbat nakaratını mırıldanırken gördüm. Benim ömümde, A.’nın gerisindeydi. Dünya. Ritminden haz etmiyorum dünya efendi, diye fısıldadığımı duyan A.’nın yüzünde beliren ifade zihnime o an kazındı işte. Dünden beri…


Mey