18 Mayıs 2016 Çarşamba

Arka Vagonda…

Girizgâh
07.40. Çayyolu yeraltı tren hattındayız.  Tren henüz çok kalabalık değilse de boş da değil. Üç büyük vagondan oluşan trenin en tenha kısmı her zaman arka vagondur. Sabah saatlerinin tenhalığı ayakta veya oturarak yolculuk ederken okumayı sevenleri bu vagona çeker. Yolcuların yarısına yakınının okuduğu bu vagona bakıp bambaşka bir ülkede olduğunuzu düşünmeniz işten değildir. Gün önümde, eninde sonunda indireceğim izlenimi verene kapalı bir mayıs gününün sakinliğini henüz koruyan ilk saatleri ve bu hikâye kendine kahramanlar bulmanın derdine düşmüş arka vagonu sıkı bir taramadan geçiriyor. Yolcuların özellikle oturuyor olanlarının bir kısmı başını ellerindeki kitaba gömdüğünden, bir kısmının da gözleri güne açılmaya hazır olmamaktan kaynaklanan, zamandan birkaç uyku dakikası çalma umuduyla kapalı. Yine de umutsuzluğa kapılmıyor hikâye ve dikkatini kaybetmeksizin izliyor görüş alanında ne kadar insan varsa. Trenin durup yolcu alacağı duraklar bitmedikçe hikâyenin can bulma umudu da bitmez, diye yüreklendiriyor kendini. Hikâye.

Hâlihazırda olanı görünür kılan

İkinci kahraman Beytepe istasyonundan bindi trene. Biner binmez, trenin bitiminde insanların sırtlarını yasladığı duvarı taradı gözleriyle. Dört kadın yaslanmıştı, dördü de okuyordu. O kısmı arzuladığı yüzünden belliydi, ayaktaysanız ve okuyacaksanız trenin en rahat yeriydi çünkü. Kendisine yer olmadığını fark edince, küçük bir  ‘ hay allah! ‘ bulutu geçti yüzünden. Neyse ki o kısmın hemen önündeki tutunma direğinin önü boştu. Direğe tutundu, hemen arkasına sıralanmış, yaslanmışlara şöyle bir baktı. Küçük sırt çantasından kitabını çıkardı. İnce ve kırmızı kapaklı bir kitaptı. Birkaç saniye kaldığı yeri aradı sayfalara göz gezdirerek. O da diğerleri gibi gömüldü kitabına. Hikâyenin umudunu yitirmemekte haklı olduğunun gün yüzüne çıkabilmesine yalnızca iki durak kalmıştı. Direğe tutunmuşa kayan varlığının bir bildiği de vardı üstelik. Daha çok durak var nasılsa ve her durak bir başka olasılığı alabilir trenin içine diye düşünüyordu, aradığı kahramanların tümünün gözü önünde durduğunun farkında değildi. Beytepe’den sonraki durak Tarım Bakanlığı ve sonraki Bilkent durağıydı. Olay örgüsünün ilk düğümü Bilkent durağında atılacaktı. Bilkent durağında trene binen olmadı. Aksine arka vagondan bir kişi indi. Direğe tutunmuş olan boşalan yere daha yakındı, aynı anda harekete geçmiş olmalarına karşın avantajını kullandı ve kendisiyle aynı anda boş koltuğa hamle yapan hemen arkasında, sırtını trenin duvarına yaslayarak okuyan kadından önce ulaştı. Hikâye dikkat kesildi.

Özdeş ürpertiler

Direğe tutunan ile arkasına yaslanmış olanın boş koltuğa aynı anda hamle yapmalarında bir hikâyeyi heyecanlandıracak ne olabilir ki, sorusunun cevabı birbirini takip eden iki küçük anda gizliydi. Bunlardan ilki, koltuğun boşaldığını aynı anda fark ettiklerinde her ikisinin de hamle yapmadan bir iki saniye tereddüt etmiş olmasıydı. Oturmak isteyecek ve bunu kendisinden daha fazla hak etmiş birilerinin olabileceğini düşünmüş olduklarından hikâye neredeyse emindi. Ama hikâyenin akıl edemediği söz konusu tereddüttün bir yarışı göze alamamaktan kaynaklanıyor olabileceğiydi. Görünürde olmayan bir yarış olasılığı o hamleyi yapma kararını getirmiş olabilirdi. Kimileri yarış sevmez, kaybetmeyi sevmediklerinden. Yine de tereddüt kısa sürdü. Tutunma direğinde olan boş koltuğa atıverdi kendini. O esnada hem oturmayı başarmış olan hem de hikâye aynı anda fark ettiler, hamlesi boşa gidenin sırtını yeniden trenin duvarına yaslarken hızlıca vagonu tarayan gözlerindeki ifadeyi. Oturmayı başaran, sabah sabah gelen bu gereksiz başarısızlığa tanık olan başka birilerinin olup olmadığını tarayışında fırsatı değerlendiremeyişin diğerlerinin gözbebeklerine yansıma şeklini görme çabası olduğunu düşündü ve kadının yerinde olsaydı aynı şeyi hissedeceğini.  Görüldüğünün bilincinde olan kadınla aynı anda ürperdi. Onun yerinde değildi ve biraz daha rahat bir pozisyonda okumayı sürdürebilirdi. Hikâyeye göre ise, ayakta kalanın yüzünde bir an için beliren o ifade tüm yaşamı boyunca, arzu edilip de elde edilemeyenlerin, boşa harcanmış çabaların, düş kırıklıklarının, yeterince istenmemişin gelmeyişinin yarattığı düş kırıklıklarının bir resmigeçidiydi. Nafilelik duygusuna eklenen yeni bir nafilenin içindeki yırtığa küçük bir ekiydi. Kendisinden önce davrananla göz göze geldiğinde, oturanın gözlerinde bir ‘kazandım ‘ ifadesinin olmayışı bir parça içine su serptiyse de, sırtını eski yerine dayamadan az önce yüzünde dolanan utancın ürpertisini gizleyememişti.

Olur böyle şeyler

Hikâyenin kendisini bulmasını mümkün kılan bu iki küçük an çabucak geçti. Sonraki iki durak boyunca her iki kadın da, oturan ve oturamayan,  okumayı sürdürdüler ama birbirilerinin varlığını unutmuş değildiler. ODTÜ durağında birileri bindi, birileri indi. Oturmayı başarmış ama diğerinin yüzünde bir an için gördüğü o ifadeyi zihninden uzaklaştıramamış olan okuduğu kitaba bir türlü girememesinin suçunu çevirinin iyi olmayışına yüklemeye meyilliydi, bu yüzden ikide bir kitabın kapağındaki çevirmenin adına göz atıyor ama diğer kadından yana bakmıyordu. Kadının saç modelinin, kısacık kestirmeden önceki saç modelini andırdığını düşünüyordu anlamsız bir biçimde. Saçmaya sığınmasının bir nedeni olduğunun da pekâlâ farkındaydı. Gerçekleşmeyenin ağırlığının ne demek olduğunu anımsatmış bir ana tanıklık etmenin yarattığı sarsıntının düşündüğünden ağır oluşuna kızıyordu besbelli. MTA durağında tam karşındaki koltuğun boşalmasıyla ister istemez diğer kadına döndü. Göz göze geldiler o ifadeye tanıklık ettiği andan sonra ilk kez. Kadın bakışlarını kaçırdı ama geçip boş koltuğa oturdu.  Ardından doğruca baktı ilk oturandan yana. Oldu olacak gibidir ama olmaz. Eylersin, eylemelerine eylemeler eklersin; sonuç dolmayacak gibi görünen bir boşluk olur. Yola çıkarsın, büyüklü küçüklü ama en çok da umutlu adımlar atarsın gittiğin yer bir varamayıştan başka bir şey olmaz. Birbirlerinin gözlerinde okudular benzer düş kırıklıkları ve başarısızlıkların sonraki hayatı ürkekçe yaşamaya zorlayan izlerini. Gülümsediler belli belirsiz. Böyle şeyler olur, dedi ağızlarının kıvrımında oluşan o küçük gülüşleri okudukları kitaba dönmelerinden hemen önce. Çeviri o kadar da kötü değil diye düşündü ilk oturan, diğeri romanın olay örgüsüne takılıp unuttu olan biteni. Ve bu hikâyeyi o ikisinden biri yazdı gün sona ermeden.

Mey