Girizgâh
07.40. Çayyolu yeraltı tren hattındayız. Tren henüz çok kalabalık değilse de boş da
değil. Üç büyük vagondan oluşan trenin en tenha kısmı her zaman arka vagondur. Sabah
saatlerinin tenhalığı ayakta veya oturarak yolculuk ederken okumayı sevenleri
bu vagona çeker. Yolcuların yarısına yakınının okuduğu bu vagona bakıp bambaşka
bir ülkede olduğunuzu düşünmeniz işten değildir. Gün önümde, eninde sonunda
indireceğim izlenimi verene kapalı bir mayıs gününün sakinliğini henüz koruyan
ilk saatleri ve bu hikâye kendine kahramanlar bulmanın derdine düşmüş arka
vagonu sıkı bir taramadan geçiriyor. Yolcuların özellikle oturuyor olanlarının
bir kısmı başını ellerindeki kitaba gömdüğünden, bir kısmının da gözleri güne
açılmaya hazır olmamaktan kaynaklanan, zamandan birkaç uyku dakikası çalma
umuduyla kapalı. Yine de umutsuzluğa kapılmıyor hikâye ve dikkatini
kaybetmeksizin izliyor görüş alanında ne kadar insan varsa. Trenin durup yolcu
alacağı duraklar bitmedikçe hikâyenin can bulma umudu da bitmez, diye
yüreklendiriyor kendini. Hikâye.
Hâlihazırda olanı
görünür kılan
İkinci kahraman Beytepe istasyonundan bindi trene. Biner binmez,
trenin bitiminde insanların sırtlarını yasladığı duvarı taradı gözleriyle. Dört
kadın yaslanmıştı, dördü de okuyordu. O kısmı arzuladığı yüzünden belliydi,
ayaktaysanız ve okuyacaksanız trenin en rahat yeriydi çünkü. Kendisine yer
olmadığını fark edince, küçük bir ‘ hay
allah! ‘ bulutu geçti yüzünden. Neyse ki o kısmın hemen önündeki tutunma
direğinin önü boştu. Direğe tutundu, hemen arkasına sıralanmış, yaslanmışlara
şöyle bir baktı. Küçük sırt çantasından kitabını çıkardı. İnce ve kırmızı
kapaklı bir kitaptı. Birkaç saniye kaldığı yeri aradı sayfalara göz gezdirerek.
O da diğerleri gibi gömüldü kitabına. Hikâyenin umudunu yitirmemekte haklı olduğunun
gün yüzüne çıkabilmesine yalnızca iki durak kalmıştı. Direğe tutunmuşa kayan
varlığının bir bildiği de vardı üstelik. Daha çok durak var nasılsa ve her
durak bir başka olasılığı alabilir trenin içine diye düşünüyordu, aradığı
kahramanların tümünün gözü önünde durduğunun farkında değildi. Beytepe’den
sonraki durak Tarım Bakanlığı ve sonraki Bilkent durağıydı. Olay örgüsünün ilk
düğümü Bilkent durağında atılacaktı. Bilkent durağında trene binen olmadı. Aksine
arka vagondan bir kişi indi. Direğe tutunmuş olan boşalan yere daha yakındı,
aynı anda harekete geçmiş olmalarına karşın avantajını kullandı ve kendisiyle
aynı anda boş koltuğa hamle yapan hemen arkasında, sırtını trenin duvarına
yaslayarak okuyan kadından önce ulaştı. Hikâye dikkat kesildi.
Özdeş ürpertiler
Direğe tutunan ile arkasına yaslanmış olanın boş koltuğa
aynı anda hamle yapmalarında bir hikâyeyi heyecanlandıracak ne olabilir ki,
sorusunun cevabı birbirini takip eden iki küçük anda gizliydi. Bunlardan ilki,
koltuğun boşaldığını aynı anda fark ettiklerinde her ikisinin de hamle yapmadan
bir iki saniye tereddüt etmiş olmasıydı. Oturmak isteyecek ve bunu kendisinden
daha fazla hak etmiş birilerinin olabileceğini düşünmüş olduklarından hikâye
neredeyse emindi. Ama hikâyenin akıl edemediği söz konusu tereddüttün bir
yarışı göze alamamaktan kaynaklanıyor olabileceğiydi. Görünürde olmayan bir
yarış olasılığı o hamleyi yapma kararını getirmiş olabilirdi. Kimileri yarış
sevmez, kaybetmeyi sevmediklerinden. Yine de tereddüt kısa sürdü. Tutunma direğinde
olan boş koltuğa atıverdi kendini. O esnada hem oturmayı başarmış olan hem de hikâye
aynı anda fark ettiler, hamlesi boşa gidenin sırtını yeniden trenin duvarına
yaslarken hızlıca vagonu tarayan gözlerindeki ifadeyi. Oturmayı başaran, sabah
sabah gelen bu gereksiz başarısızlığa tanık olan başka birilerinin olup
olmadığını tarayışında fırsatı değerlendiremeyişin diğerlerinin gözbebeklerine
yansıma şeklini görme çabası olduğunu düşündü ve kadının yerinde olsaydı aynı
şeyi hissedeceğini. Görüldüğünün
bilincinde olan kadınla aynı anda ürperdi. Onun yerinde değildi ve biraz daha
rahat bir pozisyonda okumayı sürdürebilirdi. Hikâyeye göre ise, ayakta kalanın
yüzünde bir an için beliren o ifade tüm yaşamı boyunca, arzu edilip de elde
edilemeyenlerin, boşa harcanmış çabaların, düş kırıklıklarının, yeterince
istenmemişin gelmeyişinin yarattığı düş kırıklıklarının bir resmigeçidiydi. Nafilelik
duygusuna eklenen yeni bir nafilenin içindeki yırtığa küçük bir ekiydi.
Kendisinden önce davrananla göz göze geldiğinde, oturanın gözlerinde bir ‘kazandım
‘ ifadesinin olmayışı bir parça içine su serptiyse de, sırtını eski yerine
dayamadan az önce yüzünde dolanan utancın ürpertisini gizleyememişti.
Olur böyle şeyler
Hikâyenin kendisini bulmasını mümkün kılan bu iki küçük an
çabucak geçti. Sonraki iki durak boyunca her iki kadın da, oturan ve
oturamayan, okumayı sürdürdüler ama
birbirilerinin varlığını unutmuş değildiler. ODTÜ durağında birileri bindi,
birileri indi. Oturmayı başarmış ama diğerinin yüzünde bir an için gördüğü o
ifadeyi zihninden uzaklaştıramamış olan okuduğu kitaba bir türlü girememesinin
suçunu çevirinin iyi olmayışına yüklemeye meyilliydi, bu yüzden ikide bir
kitabın kapağındaki çevirmenin adına göz atıyor ama diğer kadından yana
bakmıyordu. Kadının saç modelinin, kısacık kestirmeden önceki saç modelini
andırdığını düşünüyordu anlamsız bir biçimde. Saçmaya sığınmasının bir nedeni
olduğunun da pekâlâ farkındaydı. Gerçekleşmeyenin ağırlığının ne demek olduğunu
anımsatmış bir ana tanıklık etmenin yarattığı sarsıntının düşündüğünden ağır
oluşuna kızıyordu besbelli. MTA durağında tam karşındaki koltuğun boşalmasıyla
ister istemez diğer kadına döndü. Göz göze geldiler o ifadeye tanıklık ettiği
andan sonra ilk kez. Kadın bakışlarını kaçırdı ama geçip boş koltuğa oturdu. Ardından doğruca baktı ilk oturandan yana. Oldu
olacak gibidir ama olmaz. Eylersin, eylemelerine eylemeler eklersin; sonuç
dolmayacak gibi görünen bir boşluk olur. Yola çıkarsın, büyüklü küçüklü ama en
çok da umutlu adımlar atarsın gittiğin yer bir varamayıştan başka bir şey
olmaz. Birbirlerinin gözlerinde okudular benzer düş kırıklıkları ve
başarısızlıkların sonraki hayatı ürkekçe yaşamaya zorlayan izlerini.
Gülümsediler belli belirsiz. Böyle şeyler olur, dedi ağızlarının kıvrımında
oluşan o küçük gülüşleri okudukları kitaba dönmelerinden hemen önce. Çeviri o
kadar da kötü değil diye düşündü ilk oturan, diğeri romanın olay örgüsüne
takılıp unuttu olan biteni. Ve bu hikâyeyi o ikisinden biri yazdı gün sona
ermeden.
Mey