“Karanlık ve geniş
göğsüne gömeriz, kiminde, yüzümüzü hiçliğin…” / Mey
Geliyor. Her zamanki gibi zamansız bir geliş. Gelmekte
olduğunu anladığım her defasında olanlar oluyor yine bende. Aynı kıpırdanış,
huzursuz devinimler, başka bir şeye odaklanmada güçlük, küçük afazi nöbetleri,
giderek şiddetlenen sabırsızlık ve su özlemi. Öyle bir susama ki, bardaklar
dolusu içsem, içimin yangınına bana mısın demiyor. Bazen günler sürüyor
bekleyiş, kiminde de gelmekte olduğunu hissetmemle kapıma dayanması bir oluyor.
Hazırlıksızlığımdan vuruyor beni öyle zamanlarda.
İlkinde, sanırım, yoldaydım. Sonbaharın en sevdiğim ayının
son günleriydi. Ağaçlardaki yapraklar ilkin kırmızıya vurmuş, ardından hafifçe
sarıya dönmeye başlamışlardı. Henüz kendilerini bırakmaya hazır değil
gibiydiler. Akşam alacası inerken yavaşça, yürümekteydim. O, şimdilerde çoğunun
pek önemsediği ve atlamamaya dikkat ettiği sağlıklı yaşam yürüyüşlerinden biri
değildi. Zihnimdeki çer çöpü yürürken sağa sola bırakışlarımda sağlıklı bir yan
olabilirdi elbette ama işin orasında değildim. Çok da büyütülecek bir yanı
olmadığını düşündüğüm bir kafa karışıklığım vardı; adımlarımın zihnime yol
açacağına içtenlikle inanıyordum üzerinde yürüdüğüm sokakları acelesiz
geçerken. Gözümün bir çınara takıldığını anımsıyorum. Sararmaya yüz tutmuş
yapraklarının duyulur duyulmaz hışırtısına kulak kabarttığımı bir de. Oldum olası,
ağaçların dilinden anladığıma inanırım ve onların da benim dilime karşı boş
olmadıklarına. Hali hazırda yavaşça olan adımlarımı daha yavaşlatmış olmalıyım,
durayazmış ve söyleneni dinlemeye hazır. Yakındaki evlerden birinden yükselen
bir çocuk çığlığı dikkatimi dağıtmış, ağaç susmuş ve yabancısı olduğum bir
içsel kavrayışla sarsılmıştım. Derken su arzusu peyda olmuştu. Etrafıma bakınmış
ve giderek şiddetlenen susuzluğu gidermek için ne yana dönmem gerektiğini
düşünmüştüm. İçimde bir şeylerin aralandığına yemin edebilirdim. Kendine yol
açan, bunu yaparken neyi sıkıştırdığını, neyi bir yana ittiğini umursamayan bir
gelişin sezisiyle olduğum yere mıhlandığımı söylemek abartı olmazdı. Uzunca koşmuşum
da nefesim tıkanmış gibi kesik kesik soluklandığım da doğruydu. İyi ki o çınar
oradaymış, diye düşünüyorum şimdi. Yaslanıvermiştim elbette. Bilinmeyenin
verdiği ürkü kendini yükseltirken, kafamdaki karışıklığın o anki sorunlarımdan
en önemsizi olduğunu söylüyordum kendime. Kıpırdanış, huzursuz devinimler,
başka bir şeye odaklanmada güçlük, küçük afazi nöbetleri, giderek şiddetlenen
sabırsızlık ve su özlemi. Korunaklı alana, eve dönmeyi nasıl başardığımı
hatırlamak çok zor ama ağzımı dayadığım musluktan akan suyun koynuma dolan
serinliğini hiç unutmadım. Böyle kaç gün geçtiğini şimdi söyleyemem. En
nihayetinde doğurmaya benzediğini tereddütsüz onaylarım. Sancı, sancı, sancı ve
rahatlama. Bir şey gelmiş, alabildiğini almış ve karşılık olarak benden
yoğurduğu bir şeyi bana bırakmıştı.
Bir iptilaya dönüşeceğini ilk seferinden anlamıştım da
hiçleşmeye yatkınlığıyla, her seferinde fazlasını arzulamaya neden oluşuyla
tatminin giderek güçleşeceğini akıl edememiştim. Gelmekte olduğunu sezdirdiği anlarda, eli
ayağına dolaşık acemi bir aşık gibi içine daldığım o bekleyiş labirentinde
yorgun düşüşlerin bedeni hazla titretişlerini kimselere diyemem elbette. Ve
nihayet gittiğinde geride bıraktığının karanlık deliklerinde savruluşumun
anlamını açık edecek bir zihnin varlığını tahayyül etmeye de ürkerim. Karanlık
bir yanım olduğunu düşündüm bir zaman. Ondandı, karanlık ve geniş göğsünü yüzüm
için hazır edişleri. Yüzümdeki çizgileri, kendisiyle harmanlayıp
derinleştirişleri. Ateşi ve arzuyu ehlileştirmenin mistik nehrinde boğulana dek
kalmama izin verişleri. Gelir, alır ve verirdi, kendi hiçliğinden dikkatli
bakmayanın göremeyeceği, hüzünlü bir izi bedenimin seçtiği bir yerine bırakır
giderdi. Sancı, sancı, sancı…
Ve ben bir portakalı soymaksızın dörde bölüp, emdikçe emiyorum
şimdi. Çünkü geliyor. Her zamanki gibi zamansız bir geliş. Gelmekte olduğunu
anladığım her defasında olanlar oluyor yine bende. Aynı kıpırdanış, huzursuz
devinimler, başka bir şeye odaklanmada güçlük, küçük afazi nöbetleri, giderek
şiddetlenen sabırsızlık ve su özlemi. Öyle bir susama ki, bardaklar dolusu
içsem, içimin yangınına bana mısın demiyor. O, geliyor karanlık ve geniş
göğsünü benim için cömertçe hazır etmiş; ben kâğıdı önüme çekiyor ve bir an
için elimdeki kalemi dişliyorum. Şiddetle…
Mey