12 Kasım 2016 Cumartesi

Hiç’liğin Göğsü…

Karanlık ve geniş göğsüne gömeriz, kiminde, yüzümüzü hiçliğin…” / Mey


Geliyor. Her zamanki gibi zamansız bir geliş. Gelmekte olduğunu anladığım her defasında olanlar oluyor yine bende. Aynı kıpırdanış, huzursuz devinimler, başka bir şeye odaklanmada güçlük, küçük afazi nöbetleri, giderek şiddetlenen sabırsızlık ve su özlemi. Öyle bir susama ki, bardaklar dolusu içsem, içimin yangınına bana mısın demiyor. Bazen günler sürüyor bekleyiş, kiminde de gelmekte olduğunu hissetmemle kapıma dayanması bir oluyor. Hazırlıksızlığımdan vuruyor beni öyle zamanlarda.


İlkinde, sanırım, yoldaydım. Sonbaharın en sevdiğim ayının son günleriydi. Ağaçlardaki yapraklar ilkin kırmızıya vurmuş, ardından hafifçe sarıya dönmeye başlamışlardı. Henüz kendilerini bırakmaya hazır değil gibiydiler. Akşam alacası inerken yavaşça, yürümekteydim. O, şimdilerde çoğunun pek önemsediği ve atlamamaya dikkat ettiği sağlıklı yaşam yürüyüşlerinden biri değildi. Zihnimdeki çer çöpü yürürken sağa sola bırakışlarımda sağlıklı bir yan olabilirdi elbette ama işin orasında değildim. Çok da büyütülecek bir yanı olmadığını düşündüğüm bir kafa karışıklığım vardı; adımlarımın zihnime yol açacağına içtenlikle inanıyordum üzerinde yürüdüğüm sokakları acelesiz geçerken. Gözümün bir çınara takıldığını anımsıyorum. Sararmaya yüz tutmuş yapraklarının duyulur duyulmaz hışırtısına kulak kabarttığımı bir de. Oldum olası, ağaçların dilinden anladığıma inanırım ve onların da benim dilime karşı boş olmadıklarına. Hali hazırda yavaşça olan adımlarımı daha yavaşlatmış olmalıyım, durayazmış ve söyleneni dinlemeye hazır. Yakındaki evlerden birinden yükselen bir çocuk çığlığı dikkatimi dağıtmış, ağaç susmuş ve yabancısı olduğum bir içsel kavrayışla sarsılmıştım. Derken su arzusu peyda olmuştu. Etrafıma bakınmış ve giderek şiddetlenen susuzluğu gidermek için ne yana dönmem gerektiğini düşünmüştüm. İçimde bir şeylerin aralandığına yemin edebilirdim. Kendine yol açan, bunu yaparken neyi sıkıştırdığını, neyi bir yana ittiğini umursamayan bir gelişin sezisiyle olduğum yere mıhlandığımı söylemek abartı olmazdı. Uzunca koşmuşum da nefesim tıkanmış gibi kesik kesik soluklandığım da doğruydu. İyi ki o çınar oradaymış, diye düşünüyorum şimdi. Yaslanıvermiştim elbette. Bilinmeyenin verdiği ürkü kendini yükseltirken, kafamdaki karışıklığın o anki sorunlarımdan en önemsizi olduğunu söylüyordum kendime. Kıpırdanış, huzursuz devinimler, başka bir şeye odaklanmada güçlük, küçük afazi nöbetleri, giderek şiddetlenen sabırsızlık ve su özlemi. Korunaklı alana, eve dönmeyi nasıl başardığımı hatırlamak çok zor ama ağzımı dayadığım musluktan akan suyun koynuma dolan serinliğini hiç unutmadım. Böyle kaç gün geçtiğini şimdi söyleyemem. En nihayetinde doğurmaya benzediğini tereddütsüz onaylarım. Sancı, sancı, sancı ve rahatlama. Bir şey gelmiş, alabildiğini almış ve karşılık olarak benden yoğurduğu bir şeyi bana bırakmıştı.


Bir iptilaya dönüşeceğini ilk seferinden anlamıştım da hiçleşmeye yatkınlığıyla, her seferinde fazlasını arzulamaya neden oluşuyla tatminin giderek güçleşeceğini akıl edememiştim.  Gelmekte olduğunu sezdirdiği anlarda, eli ayağına dolaşık acemi bir aşık gibi içine daldığım o bekleyiş labirentinde yorgun düşüşlerin bedeni hazla titretişlerini kimselere diyemem elbette. Ve nihayet gittiğinde geride bıraktığının karanlık deliklerinde savruluşumun anlamını açık edecek bir zihnin varlığını tahayyül etmeye de ürkerim. Karanlık bir yanım olduğunu düşündüm bir zaman. Ondandı, karanlık ve geniş göğsünü yüzüm için hazır edişleri. Yüzümdeki çizgileri, kendisiyle harmanlayıp derinleştirişleri. Ateşi ve arzuyu ehlileştirmenin mistik nehrinde boğulana dek kalmama izin verişleri. Gelir, alır ve verirdi, kendi hiçliğinden dikkatli bakmayanın göremeyeceği, hüzünlü bir izi bedenimin seçtiği bir yerine bırakır giderdi. Sancı, sancı, sancı…


Ve ben bir portakalı soymaksızın dörde bölüp, emdikçe emiyorum şimdi. Çünkü geliyor. Her zamanki gibi zamansız bir geliş. Gelmekte olduğunu anladığım her defasında olanlar oluyor yine bende. Aynı kıpırdanış, huzursuz devinimler, başka bir şeye odaklanmada güçlük, küçük afazi nöbetleri, giderek şiddetlenen sabırsızlık ve su özlemi. Öyle bir susama ki, bardaklar dolusu içsem, içimin yangınına bana mısın demiyor. O, geliyor karanlık ve geniş göğsünü benim için cömertçe hazır etmiş; ben kâğıdı önüme çekiyor ve bir an için elimdeki kalemi dişliyorum. Şiddetle…



Mey