Anıları önünde, sözle….
Saatine baktı. Hesapladı: Üç dakikaya oradayım. Ankara Radyo’sunun
önünde randevulaşmışlardı. Bilinçli bir tercih değildi, diyecekti sonradan.
Belki bilinçaltlarımızın kendini rahatlatmaya odaklanmış bencilce bir oyunu.
Radyodan yukarıya vurdular mıydı, rahat rahat beş dakikada Gar’da olurlardı.
Rahat rahat değil, ucu ucuna olacak biçimde ayarlamışlardı zamanı. Treni
beklerken Gar’da oyalanmayı, belki Gar Lokantasında bir çorba içmeyi sevdikleri
günler geride kalmıştı. İçinde olduğu taksi, normal seyrinde akan trafikte
zorlanmadan ilerlerken bu yolculuk şart mıydı, diye geçirmişti içinden.
Yolculuk şartsa bile tren yolculuğu tercihi, acıyan yerlerimizi sınama derdinden
başka bir şey değildi diyecekti görür görmez D.’ye.
Radyo binasını uzaktan gördü. Önünde kimse yoktu.
Gelmemişti. Gelir, diye düşündü. O da benim gibi; ucu ucuna. Radyo’nun önünün
boşluğu yaklaştıkça büyüyordu. D. ‘nin çok sonra anlattıkları gözünde canlandı
o boşluğa bakarken:
Miting alanına akan coşkulu kalabalığa ters istikamette
ilerlerken, Ankara Radyo’sunun önünde görmüştü sendika flaması taşıyan meslektaşlarını.
Durmuşlardı onu görünce, selamlaşma, hoş beş. Gelmiyor musun, diye sormuşlardı.
Dersim var, demişti ezile büzüle. Özel okulda çalışıyor olmasının şakası
yapılmıştı. Gülüşmüşlerdi. Senin yerine de oradayız, diye gönlünü almıştı kara
gözlü bir kadın. Minnettar bakmıştı. Yüreğim sizinle diyememişti. Keşke… On
dakika geçmiş geçmemişti ki bu karşılaşmanın üzerinden, o ses.
Radyo’nun önünde indi taksiden. Sağına soluna bakındı.
Görünürde yoktu. Daha iyi, diye düşündü. Az daha geç kalsa zararı yok. Radyo
binasını oldum olası sevmişti. Eski Ankara kokuyordu her şeyiyle. Sırt
çantasını mermer basamaklardan birine bıraktı, oturdu sonra aynı basamağa.
Saatine baktı. Şu anda içerideki stüdyolardan birinde eğitimli bir ses; “
burası TRT Ankara Radyo’su…” diye başlayan bir cümle kuruyor olmalıydı: Sıradaki
parça, bundan gayrı, içinde hep bir “ gar
“ taşıyacak olanlara gelsin! Gözleri dolardı dolmasına da, uzaktan D.’nin
kendisine doğru yürümekte olduğunu görmüştü çoktan. Kendini tuttu. Ayağa kalktı.
Güç bela bir gülümseyiş bulup yerleştirdi yüzüne. Sarıldılar. Geciktim mi? Yok,
daha vakit var. Hadi o zaman. Hadi…
Karşıya geçtiler ilk yaya geçidinden. Bu arada nasılsın, diye
soruldu ve iyiyim’ler ikna edici bulunmasa da kabul edildi. Ağır bir ritim
tutturdular Gar’a doğru. O zamandan beri ilk kez miydi? İlk kezdi. Bakışlarını
buluşturmadılar. Öylesi iyiydi. Tren şart mıydı, sorusu sorulmadı. Yine de iç
sesler cevapladı soruyu. Uzaktan önce Gar göründü, ardından yüzler belirdi. Bir
bir bir bir bir bir…
Tren perona girdi. O ana kadar ne birbirlerine baktılar ne
konuştular. Zihnin dili uzunsa da, sese bürünmesine geçit vermeyeceklerdi. Tren
durdu. Hadi, dedi D. Koşar adım ilerlediler trene. Yerlerini bulup oturdular.
Kalkış düdüğü geciktikçe gecikti. Zaman, havadaki ağır çok ağır bir şeye sıkı
sıkıya tutunmuş gibiydi. Hayır, dedi D. Zaman değil, acı! O sıra tren beklenen
çığlığını tutturdu. Yolcular tuttukları soluklarını gürültüyle bıraktılar. D.,
başını cama yasladı. Beriki belli belirsiz mırıldandı: “ burası TRT Ankara
Radyosu…”
Mey
Aslı Alpar