10 Temmuz 2015 Cuma

Yürüyen Merdiven, Uzun Hırka...

Bazı şeyler aniden olur. Olacağını biliyor, gelişini bekliyor da olsak birden oluşlarıyla şaşırtan şeylerden söz ediyorum. Hani akşamüstü aydınlığında okurken, az sonra havanın kararacağını bilirsiniz de, gözlerinizin artık harfleri seçemediğini fark edip başınızı kaldırdığınızda karanlığın çoktan inmiş olduğunu fark edersiniz. Oysa daha birkaç dakika önce, gün çekilmişti çekilmesine ya, ışık görmek için yeterliydi. Aniden karardı, dersiniz sanki kararacağı ayan gibi değilmişçesine. Başlayan her şeyin biteceğini bilip de, bittiğinde “ bu nasıl oldu ?” diye sorduğumuz anlardaki gibi şaşırtmaması gereken şaşkınlıklardan dem vuruyorum. Bunun üzerine biraz düşündüm, çünkü benim başıma gelenin, beklenilmesi gereken bir şey olup olmadığından emin olamadım hiç o gün bu gündür.

Hırkayı satın alırken yanımdaki arkadaşım boyunun, ayak bileklerime geliyordu, biraz uzun olduğu konusunda uyarmıştı. Dokusu, görünümü o denli hoşuma gitmişti ki uyarıyı kulak arkası etmiştim. Hem uzun hırkalar o sırada pek revaçtaydı. Olmasaydı da satın alma konusunda tereddüt etmezdim, bana epeyce bir yakıştığını düşünüyordum. Hırkanın iki ön ucunun diğer taraflarından az daha uzun olması topuklu ayakkabı giyilmediğinde biraz sorun yaratabilirmiş gibi görünse de buna da aldırmamıştım. Bildik deyimle, üstümde paralanana kadar giyebilecek kadar sevmiştim hırkayı.

Gece geç bir saatti. Yemek, film, bira derken saati unutmuş, biraz geç kalmıştım. Panikle girdiğim metro istasyonunun tenhalığı son treni kaçırmak üzere ya da çoktan kaçırmış olduğumu haber verir gibiydi. Koşar adım yürüyen merdivene doğru ilerledim. Normal merdiveni kullansam daha hızlı inebileceğimi akıl edene kadar merdiven çokta harekete geçmiş, ağır ağır yerin derinliğine inmeye başlamıştı. Treni kaçırdım mı kaçırmadım mı hesaplaması; kaçırdıysam eve nasıl gitsem planlamasına dalmışken bir şeyin beni sol yanımdan eğmeye başladığını fark etmem zaman aldı. İlk şaşkınlık, anlayamama ve onca sevdiğim hırkanın ihaneti. Hırkanın uzun ucu, merdivenin kenarına sıkışmış, merdiven hareket ettikçe içeri giriyor ve beni de beraberinde çekiyordu. Donup kalmak nasıl bir haldir ilk elden yaşıyor; gözlerimi kendisine doğru çekilmekte olduğum tehlike noktasından alamıyor, kıpırdamak şöyle dursun hırkayı çekip kurtarmayı ya da üzerimden çıkararak kendimi güvene almayı akıl edemeden öylece bakıyordum. Oradan geçer miyim ve ötesinde ne var gibi olmayacak soruların zihnimdeki yersiz işgaline teslim olmaya hazır olduğumun dahi ayrımında değildim. Oradan geçebilmeyi istediğimi fark etmem ise biraz daha zaman alacaktı.

İnsan bir son duygusuna kapıldığında neler düşünür, aklından neler geçer’e dair ipucu veren hikâyelerin, filmlerin veya anlatıların ne denli saçma olduğunu, hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmeyerek anlamamı sağlıyordu. Kendi kendime sırıttığımı hatırlıyorum. Giderayak bir hayat deneyimi daha. Ne işime yarayacaksa? Orada öylece durup ve hiçbir şey yapmayarak olmayacak bir yere çekilişimi izliyor olmamı, öğrenilmiş çaresizlikle filan açıklamaya kalkacak biri olursa, hiç zahmet etmesin! Çaresiz de değildim, öğrenilmiş bir durumla karşı karşıya da. Durumun bana hayranlık verici geldiğini söylemeye kalksam, gerçekten de bir deliğe kapatılmam gerektiğini düşünecek birileri çıkar elbet, biliyorum. Kurguya meyilli zihnimin, bir film şeridi gibi gözünün önünden geçecek yaşam öyküsüne yüz vermeden, hırkanın sıkıştığı yerden geçebilmemi içine alan ve geçtiğim yerde muhtemel bir başka yaşamı olabilirlik olarak kabule hevesli hali, beni bile endişelendirmişti o anda. O yüzden deli olduğumun düşünülmesine hoşgörüyle yaklaşmaya elverişli bir haldeydim. Fiziksel olarak orada durmuş bön bön hırkayla birlikte çekilişini izleyen ben ile o anda aklımdan geçenlerle feci halde eğlenmekte olan ben arasındaki tezat tamamen ben’lerin iç meselesiydi, o yüzden bundan daha fazla söz etmeyeceğim.

Bir yandan koşup bir yandan da, çıkar hırkayı çıkar diye seslenen güvenlik görevlisi yetişmese öteki tarafa geçmiş orada maceralı, bol rüzgârlı, aklı reddetme noktasında tutkulu bir kurgunun içinde neşeli bir ceylan gibi sekmeye başlamıştım bile. Adamın gürültüsü ceylanı ürküttü; macera soldu, rüzgâr enikonu sakinledi. Gereksiz endişelenmiş görevlinin hırkayı üzerimden yırtarcasına çekip alışı, deli misin bayan, derken bir yandan da koca koca açılmış gözlerini yüzümde dolaştırışı olmasa biraz daha kalabilirmişim gibi geliyor bana hala orada. Trenin gelişini uzaktan haber veren düdüğü, etekleri parçalanmış hırkam, merdivenin beni asıl gitmem yere nihayetinde ulaştırışı hayal meyal aklımda. Trene yetiştim elbette, elimdeki parçalanmış hırkaya baka baka ineceğim durağa kadar boş vagonda oturduğumu da biliyorum. Bildiğim bir şey daha var bu küçük ve saçma maceraya dair. Kısa bir süreliğine de olsa bir ceylan olduğum o kurgudan elim boş dönmediğim. Biliyorum çünkü o gündür aklımın başına bela…


Mey