Bana sevmenin
ne olduğunu söyle, diyorum. Günlerdir yağmur yağıyordu ve evden dışarı adımımı
atmamıştım. Pencere kenarına yerleştirdiğim koltuğa yapışmış, hiçbir şeye
gerçekten bakmayarak – ne içeriye ne dışarıya- öylece oturuyordum. Düşündüğümü de
sanmıyorum, zihnimdeki bir hayali kovaladığımı da.
Yineliyorum:
Bana sevmenin ne olduğunu söyle!
Sessizliğimi
bozuşuma sevinmiş gibiydi sihirli aynam. Neşeli bir parıltı dolaşıyordu bana
beni gösteren saydamlığında. Günlerdir, tek kelime etmeden bunu mu düşünüyordun
yoksa, diye soruyor.
Soruya soruyla
karşılık vermesinden haz etmediğimi bilmesine karşın, yapıyor bunu.
Hayır,
diyorum. Düşünmüyordum. Sen söyle yine de. Bir an duruyor. Gözünü yağmura
diktiğini kuruyorum o esnada.
Siz, diyor
sonunda. Siz insanlar sevmiyorsunuz ki gerçekte. Sürekli sevip sevmediğinizi
düşünüyorsunuz sadece.
Nasıl, yani
diye soruyorum. Bu kez soruya bir başka soruyla karşılık vermesine tahammülüm
olmadığını anlaması için, vurguluyorum soruyu: Nasıl yani?
Sizin için,
diyor anlamış halimden belli. Sevmek bir kararsızlık hali.
Gönüllü üstelik,
diyorum.
Evet, diyor.
Gönüllü…
Mey