Boş yere
somurtuyorsun, dedi. Üstelik hiç yakışmıyor sana. Benim için endişelenmesinden
ikimiz de sıkılmıştık. Kaygıyı paylaşmaya da gerek yoktu bana kalırsa. Tümünü
seve seve üstlenebilirdim.
Somurtmuyorum
Benedictus’cum, dedim. Düşünüyorum. Kimi kandırıyorsun, der gibi baktığını
gördüğüm halde oralı olmadım. Elmalı ve tarçınlı kekten bir parça daha ağzıma
atıp; şu tat, dedim. Külliyen edepsiz. Gülüşürüz
sanmıştım bu dediğime ama Benedictus’un türüne özgü şüpheci bakışlarını yüzüme
dikmesiyle sonuçlandı densiz çıkışım.
Kimseyi kendi
edebine uygun davrandığı için suçlayamazsın biliyorsun, dedi. Ne dediğinden
hoşlandım ne de sesinin tınısından. Hoşnutsuzluğuma aldırmadan konuştu. Bunun için
kızamazsın da, dedi. Biraz sustum. İçimden Kant’ın ödevlerin çatışması
durumunda insanlığı çaresiz bırakan cevapsızlığına saldırmak geldi. Bunun Benedictus’u
bir parça oyalayıp, canımı sıkan sözler etmesinin önüne geçeceğini hesapladım. Sonra
edepli davranmaya çabalamanın manası olmadığını düşündüm. Çünkü tutarlı
biriydim.
Yanılıyorsun
Benedictus’cum, dedim. Suçlarım da, kızarım da. Evet hem suçlarım, hem kızarım
hem de bağışlamam.
Neden, diye
sordu. Beni celallendirmeyi yine başarmış olmasından sadistçe haz aldığını
gizlemeye gerek duymuyordu.
Çünkü, dedim
aldığım derin soluğu hızlıca bırakarak. Çünkü kimileyin edep, ihanettir.
Neye ihanet,
diye sordu gülerek. Neyi kast ettiğimi biliyor gibiydi. Aşka, mutluluğa ve
hatta arzuya. Bunları sıralayabilirdim. Yapmadım. Tabakta duran kekten kalan son parçayı önümden
kaçıracaklarmış gibi kapıp ağzıma tıkıştırdım ve bir yandan çiğnemeyi
sürdürürken diğer yandan arsızca,
elmalı ve
tarçınlı bir kekin vereceği hazza, dedim. Ardından güçlükle yutkundum…
Mey
Melinda Blair