Yokluk mu, yoksa tanıdık olmayan bir yoksunluk mu, beni
bilmediğim ve dipsizmiş gibi görünen bu arayışın kucağına bırakan? Üstelik neyi
aradığımı bilmeden. Nasıl?
Bakmadığım yer kalmadı; derimi yüzen o yoksunluk hissinden
kurtulabilir miyim diye dönmediğim zaman dilimi. Yok, ama yok, yok işte. Ne?
Okumayıp karıştırdığım kitap sayfalarında gözüme takılan bir
sözcükle bula yazdığım kaybımın, zihnimin rüzgârlı tepelerinde uçuşarak
uzaklaşışını biçare izlerken dişlediğim dudaklarım kanıyor. Nasıl?
Rüyalarımda tutuyorum onu. Rüyalarımda onu, bir yüreği
avucun içinde atarken tutar gibi tutuyorum. Avuçlarımın arasından kayıp
gidecekmişçesine içim titreyerek tutuyorum. Sımsıkı kapattığım avucuma batan
tırnakların acısıyla açıyorum gözlerimi ve aklıma geliyor rezil bir dize: “
Seni hiç tutmadığım için, sıkı sıkı tutuyorum seni.” Acıyan elimi açıyorum,
yok! Ne zaman?
Kıpırtısız dursam da, tüm günü başımı dayadığım pencere
camından yağan kara bakarak geçirsem de, içimdeki arayışın hızından soluksuzum
her dem. Neden?
Sebepsiz neşelenişlerimin orta yerinde zihnimi buran boşluğa
bakıyorum uzun uzadıya. Sormanın erdemine dil çıkaran cevapsızlığın yakıcı
öfkesiyle aynaya bakıp soruyorum: Kim?
Ne oldu, ne oluyor ve neyin olmayışıdır halime sebep
sorusunun yanıtı, umulmadık bir anda bir kitap sayfasından çıkıp geliyor: “
aşık, kurgusunu kaybetmiş kişidir.” Diye bağırıyor bir adam. Sus, sus diyorum
elimde olmayan bir gülüşün arasından. Sus, anladım.
Üçrenk Kırmızı
Brooke Shaden