O çocuk
bendim. Bu kılığı kılık, yüzü yüz gibi adamı elinde olta; boynu tedirgin bir
utançla pardesüsüne gömük adamı gördüğüm an, elindeki oltaya bakıyor; kimlere
veriyorsun, diye sitem ediyordum. Sitem ya, kime ya da neye diye sormayın. O
zamanlar bir cevabım olabilirdi sorunuza ya da kirli beyaz yüzümün, açık mavi
süt rengine bakıp siz tahmin edebilirdiniz. Dişlerim karanlıktı evet; zayıf ve
ince bir boynum, yırtık kasketim, uzun kirli, güzel parmaklarım vardı çünkü.
Ona bakıyor
ve bir balık dahi çekemeyişiyle eğleniyordum içten içe. Ah, o olta benim elimde
olacaktı ki. Önce kızgınlık vardı ona bakarken içimde. Olta alabilecek parası
olduğu için; beceremeyeceği işe soyunacak kadar kendini beğenmiş bu, diyordum
içimden. Ah, o olta bende olacaktı ki... Çocuktum ama parası olanın
muktedirliğine dair güveni tanıyacak kadar büyüktüm bir yandan da. Muktedirlik
isyandı, kızgınlıktı sözlüğümde; evet biraz da gıptaydı. Oltaya baktıkça içimin
yağları eriyor, bir kerecik dokunabilsem ne balık tutardım ben be, diye
hayıflanıyordum.
Adamın
utancı - evet, herkes balık çekerken onun hala elinin boş oluşundan utanıyordu
besbelli - cesaret verdi, yanına sokuldum.
- bunların
tuttukları lüfer mi, ağabey dedim
- lüfer,
dedi. Sesi, konuşması bir başkaydı. Tanımadığım bir ses, tanımadığım bir
konuşma. Yüzüne baktım. Bildiğimiz adam yüzü. Yine de bir başkalık var yüzünde,
gözünde. Meraklandım.
- nerelisin,
diye sordu o ara adam .
- sormageç!
dedim sesime güvenli bir ton karıştırmaya gayret etmiştim.
- şu oltayı
biraz tutsana..dediğinde öyle şaşırdım ki, sevinmeyi dahi akıl edemedim. Gitti
bir simit alıp geldi. Çok çabuktu, oltayı uzattım,
- kalsın
kalsın, dedi, ben biraz dinleneyim.
Canıma
minnetti. Oltayı tarttım salladım. Hemen vurdu gözünü sevdiğim. Sevincimi
kursağıma tıkıp, belli etmemeye çalıştım. Tekrar salladım. Bir tane daha. Hay
maşallah. Bana bakıyordu, böbürlenmek hakkımdı:
- oltamız
yok, yoksa... Deyip sustum. Gerisini anlardı, anlamıştı. Tekrar salladım
oltayı, dönüp baktım adam yok yine. İyice bakındım, gitmiş.
-lan, yoksa?
Allahın
şanslı kulu muyum yoksa şansı kesinleştirsem daha mı i iyi, diye düşünüp
tuttuğum balıkları da alıp doğruca ada'larla eyüp iskelesi arasındaki köprüye
yöneldim. İçimde bir sevinç. Olta sahibi olmanın gururu bir yandan, " bunu
çaldım mı ben şimdi "nin sorgulaması öte yandan. Pat diye önüme çıktı.
Sevinç uçtu gitti, kan yüzümden çekiliverdi.
- bu tarafta
balık daha çok da...diye geveledim. İnandı mı, inansa ya. Köprünün
parmaklığından ayaklarımı sarkıtarak oturdum. Beceriksizce bu tarafa niçin
geçtiğimi anlatmaya çalıştım. Ben kekelerken ondan tepki gelmemesi cesaretimi
kırıyordu. Neden sonra yalnız olduğumu, adamın çoktan gittiğini fark ettim.
Oltaya uzun uzun bakıp, şevkle suya daldırdım. Adam gitti, dedim birkaç kez
kendimi ikna etmek için. Öyle çok balık tuttum ki o akşam...
Ben tuttuğum
balıkları yanıma sıralarken, pardesülü adam, hikayesini yazmak üzere rıhtım
kahvelerinin, önünde nasır ilacı bulunanına dalmış, çayını ısmarlamış, kalem
kağıdı çıkarmıştı.
Benim bir
oltam, onunsa bir hikayesi olmuştu.
Güzel
adamdı.
Mey
* Bu öykü, Sait Faik'in " Balıkçısını Bulan Olta " adlı öyküsü üzerine kurgulanmıştır...
Wolfgang Weinhardt