Bir çanta
dolusu mektubun çıkagelmesi mucizeviydi. Elimi sokup birkaç tanesini çıkarınca
gördüm hiç açılmamış olduklarını. Farklı isim ve adreslere gönderilmiş veya
gönderilmemiş – hala emin değilim hangisi olduğundan – onlarca mektup. Elime gelen ilk zarfı, hakkım
olmadığını bilerek, açtığımda düzgün bir el yazısıyla özenle yazılmış birkaç
satırın çantanın sahibini arama fikrini hiçlediğini itiraf ederim. Çantayı
kaptığım gibi eve koştum. Kim vazgeçebilirdi ki o kime ve kimin tarafından
yazıldığı belirsiz birkaç cümlenin verdiği büyülü hazzı…
“ birkaç aydır sık gördüğüm bir rüya
var. bu sabah yine aynı rüyaya uyandım. bir yazımda ucundan kıyısından, azıcık
söz etmiştim bu rüyadan daha önce. edebiyat yapmadan anlatmaya çalışacağım;
gerçi huylu huyundan vazgeçmez ya, yapmamayı deneyeceğim en azından:
ormandayız, yürüyoruz. henüz olmamış
ama sabah yakın. tan vakti mi derler, öyle bir zaman işte. gideceğimiz yeri
sadece birimiz biliyor, muhtemelen sensin o. yüksek ağaçlarla çevriliyiz ve
yabancısı olduğumuz çok fazla ses var. insan yaratısı olmayan varlıkların
seslerine yabancılıktan ürküyor gibiyim. çok şeyden ürküyorum aslında, en çok
da bunun bir rüya olabileceği olasılığından sanırım. rüya bazen hoşluk yapıyor
elini tutmuş oluyorum, kimi zamanda hızla yürümekte olan sana yetişmeye
çalışıyorum soluk soluğa. sonunda içimizden biri, diğerini götüren hangimizse,
" geldik" diyor. hafif bir tümseğin üzerindeyiz ve o tümseğe yüzü
koyun uzandığında hemen aşağıdaki küçük göleti görebiliyoruz. sessiz olmamız
gerektiğini biliyoruz ve henüz vaktin gelmediğini. konuşmadan olabileceğimiz
kadar sessiz olacağımızın sözünü veriyoruz birbirimize. bekliyoruz. defalarca
izlediğin filmin can alıcı sahnesini ilk kezmişçesine heyecanla bekliyorum.
günün ışıma anıyla aynı anda gerçekleşiyor. yüzlerce; büyüklü küçüklü, türlü
renkli kelebek aynı anda suyun üstüne konuyorlar. kanatlarını açarak bir an
duruyorlar orada öylece. sen dönüp " su içiyorlar" diyorsun. ben
başımı sallıyorum. bu yetmiyor sana, altını çizmekte ısrarlısın. " öyle susamışlar
ki." diye ekliyorsun. gözlerimizi alamadan izliyoruz o anı. sonra onlar
birbirleriyle uyum halinde, suya konuşları gibi aynı anda hızla uçup
gidecekler. " güzel mi" diye soruyorsun. kelebeklerin yükselişine
bakıp tuttuğum soluğu bırakıyorum. dönüp sana bakıyorum. güzel mi, sorusuna
cevap vermek yerine, yüzümü boynuna gömüyorum.
günaydın canım…”
Mektubu
yavaşça zarfına yerleştirip, zarfıyla birlikte yırtıp atıyorum. Hırsla…
Mey