İşi bir atla üç nala kalmışken, ikinci nalın mıhını da bulduracağım
ona yarın. Adım gibi biliyorum, yine peşime düşecek. Hele bir sabah olsun.
Beklenmedik bir anda karşısına çıkaracağım çivi, bir fincan kahve
olacak. Bu kadar basit! İkinci nalın mıhı, garsonun tepsisinden yumuşak iniş
yaparak konacak seritakipçi düşbazımın önüne.
Herkesin değil ama, çoğunluğun satılık olduğu şu dünyada, kaç
paradır ki bir garsonu satın almak? Adamın cebine sıkıştıracağım ellilik çok
bile bu iş için. Alt tarafı bir kâğıt parçası koyacak fincanın yanına. Kırmızı
eteğim gibi, kıpkırmızı, buruşuk bir kâğıt… Çözülmeyi bekleyen minicik bir
sihirli yumak gibi yani.
Seritakipçim önündeki kâğıda aval aval bakarken, ben de onu seyredip
bıyık altından güleceğim. Dertop edilmiş, ufacık bir topa benzeyen kâğıda
gözlerini diken düşbazım, su akar deli bakar gibi bakacak kâğıda. Bakar,
biliyorum, aynı zamanda seribakardır çünkü.
Kanadının ucu, kimbilir kimin göz bebeğine takılı kaldığından uçamamış
bir şahindir seritakipçim. O benim peşimde sürüklenirken, ben onun hikâyesini
yazıyorum gökyüzüne bulutlarla, bir okuyabilse…
Asuman
Portakal