“ Beş
duyundan böylesine uzaktayken, nasıl oluyor da biliyorsun, havada süzülen her
kuşun, uçsuz bucaksız bir haz dünyasından olduğunu?”
William Blake
Neydi o kelime? Düşünüyor,
belleğini zorluyor ve acınası durumuna yazıklanıyor. Dilinin ucunda. Çıkmak
bilmiyor zorlamaya karşın. Nasıl olur da bir insan, insani bir varlık, tüm yaşamı
boyunca hiçbir şeyi arzu etmediği kadar arzuladığının adını anımsamaz? Düşünmesi gerekenlerin
çokluğu, hatırlayamadığı sözcük ve onu anımsamıyor oluşunun akıl almazlığı, onu
bunaltıyor.
Gözlerini yumup tekrar açıyor. Ya
da tersi. Belki de, zaten kapalı olan gözlerini açmıştır sadece. Emin değil.
Gözleri o anda artık kapalı olmadığı
için önündeki karanlığa bakıyor direkt. Dakikalar boyunca karanlıkla
bakışıyorlar. Birinin diğerine söyleyecek sözü yok. Sözsüzlüğüne öfkelenmeye kalmadan belleği
aydınlanıveriyor. Sözcük gizlendiği yerden çıkıp geliveriyor: Işık. Işığa
duyduğu arzu hep vardı bir adı olmasa da. Hatırlamak karanlığı bir parça
kırıyor ve belki de, aydınlığa duyduğu ihtiyaç parlıyor zihninin de karanlık
olan kısımlarında. Seviniyor. Loşluk, hiç yoktan iyidir, diye düşünüyor.
Kıyısız bir nehrin içinde sürüklenmekte olduğu inancının yarattığı panik biraz
azalır gibi oluyor.
Kör olmadan kör gibi yaşamak ve
şiddetle ışığı arzu etmek, bir gün yeniden görebileceğine duyulan güvenle
katlanılabilirdi başlangıçta. Deneyim hazinesine yeni cevherler ekleme
olasılığı ile heves ettiği karanlık, şimdi kabusu.
Dünyayı görmezse içindeki sızı
diner sanmıştı. Gözden ırak olan, diye başlayan atasözüne inanmış ve karanlık
teklifine rıza göstermişti. Karanlığın sadece ışığın yokluğu anlamına
gelmediğini anladığındaysa artık çok geçti. Karanlık zamansızlıktı: Zamanın
yokluğunda yitip gitmekti. Karanlık sözsüzlüktü; günün birinde kendine bile
sözsüz kalmaktı. Karanlık ışıksızlıktı; aydınlığı devasızca arzu etmekti.
Açık veya kapalı. Fark eden bir
şey yok. Gözlerini ne yapacağını
bilemiyor. Sızısı bir yürek gibi gözlerinde atıyor nicedir. Açsa da, kapasa da,
o gözler tüm benliğine kirli kan pompalayan kötücül birer kalpten başka bir şey
değiller artık. Parmak uçlarında semiren tetikçinin farkında, olacakları
geciktirme gereği duymadan bekliyor. Ya ışık ya kara çukur. Başka hal çaresi
kabul etmiyor zihni.
Daha önce yapmadığını yapıp,
aydınlığı talep etmeye karar veriyor birden, bedenindeki tetikçiden ürktüğünden
belki. Belki değil. Nefesinin yettiğince haykırıyor:
“ Açın!” diyor. “ Açın artık şu
ışığı.”
Bekliyor. Hiçbir şey olmama
olasılığının gücünü bilerek bekliyor. Hiçbir şey olmuyor. Sinmeyecek, tekrar
deniyor. Bu kez daha güçlü çıkıyor sesi ve daha buyurgan.
“ Açıııııııııııınnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnn”
Bağırmaktan nefesi tıkanıyor,
izin verse gözyaşlarıyla yıkayabilir tüm evreni. Ağlamak felaket. Ağlama
olasılığı yıldırıcı. Bağırmak yerine fısıldamaya başlıyor. Hep aynı sözcük:
açın, açın, açın, açın, aç, ın, a….
Bir cevap. Zayıf, haris ve
öldürücü. Yine de bir cevap.
“ Işık kapalı değil” diyor ses.
Anlıyor. Nihayet.
“ Karanlıkta değilim” diyor. “ Karanlık benim.”
Parmaklarına izin veriyor.
Mey
Enzo Perrazziello