Yorgun değil
ama bacaklarında bir sızı olduğunda ısrarcı. Bacaklarındaki sızının yatağı
çağırdığını söylüyor kendine. Yine de
geciktiriyor. Hazzı çoğaltmak için haz verenden uzak durmak gibi bu geciktiriş.
Uzansa uyuyacak. Uyuyacak ve kendini o bahçede bulacak. Bahçeyi düşününce,
yorgunluk sanısından ummadığı bir gülümseme yayılıyor yüzüne. Bedeni özlemi
azdırmanın yolunu buluyor. Küçücük bir esneme. Gözler, bahçe uğruna, kapanmaya
çoktan razı.
Hayatımda
bir bahçe var, diyemez. Belki uykularımda bir bahçe var, demek daha doğru bir
anlatım olurdu. Ama kime anlatabilir ki bunu? Üstelik anlatmanın ne anlamı var.
Kim inanır? Kimse inanmaz, hiç ama hiç kimse oradaki dikeni haşin gülün bir
yandan ödünü koparırken diğer yandan değdiği yarayı iyileştirdiğine. Akasyaya
sırtını verip oturduğunda, unutmayı aklından bile geçirmediklerinin zihnine
tatlı bir esintiyle doluşunun hiç üşütmediğine. Nicedir özlediği kuşun
nihayetinden uzaklardan gelip omuzunda soluklandığına. Veya kim inanır, aklına
üşüşen her imgenin bir öyküye dönüşüp onu büyülediğine. Kimse inanmaz, uyanık
geçen saatlerde bahçeyi yitirme korkusu yüreğine gelip oturduğunda
sakinleşebilmenin tek yolunun gelinciklerin geceler boyu fısıldadığı dizeleri
bir bir zihninden geçirmek olduğuna. Kimse inanmaz, dallarından kucağına söz
dökülen o çınar ağacının varlığına, kendi bile inanamazken.
Yorgunum, diyor kendini haklı çıkarmak
için. Değil oysa... Kendinden yana
davranıyor ve yatağa uzanıyor. Bahçeye ilk girişini düşünüyor uykunun gelişini
beklerken. Sıkkın bir günün nihayete
ermesini bıkkınlıkla beklemişti. Yolunda gitmeyen şeyleri düşünmekten yorgun
düşmüş zihni teslim bayrağını çekmiş, biraz ara verelim, arzusunu net bir
biçimde belli etmişti. Hak vermişti o da.
Düşünmenin, kurcalamanın faydasızlığı ortadaydı. Ne olacaksa olsun veya
olmasın hiçbir şey bundan sonra, diye düşündüğünü anımsıyor en son. Derken önce
karanlık ve ardından bahçe. Rüya bu, diye hevesini kırmıştı ilk anda.
Heveslenmenin ardından geleceği kaldıracak gücü olmadığını bildiğinden.
Akasyanın hışırtısını işittiğinde savunmaya hazırlığı önemini kaybetmişti.
Papatyalar ve gelincikler, kelebekler, dikeninden ürktüğü gül ve nihayetinde
kuş. Bütün bir ömrü, başka kimseye veya
başka bir şeye ihtiyaç duymadan burada geçirebileceğini biliyordu ilk andan
beri.
Şimdi
yatağında uzanmış, bahçenin kapısının açılır olmasını beklerken, o dikeni haşin
gül için aklında tutmaya çalıştığı öykünün ayrıntılarını düşünüyor. Öyküyle
tehlikesini hiçleyeceğini, omuzundaki kuşun güçlü dallarından birine konmasına
izin vereceğini umuyor. Ummak yorar insanı. Yoruluyor. Gözleri kendiliğinden
kapanırken, şu gül öyküyü sevse ya, diye düşünüyor. Bahçenin uzakta beliren
kapısı bilincinde olmadığı tebessümü yüzüne yerleştiriyor. Kapıdan geçmek
üzereyken öykünün ilk cümlesini hatırlamaya çalışıyor…
Üçrenk
Kırmızı
Anna Aden