9 Ocak 2014 Perşembe

Dulda…

İçimizde, başımızda ateşten çemberdi bir büyük korku.
Yüzümüzü ne yana dönsek, bir başka karanlık bakıyordu kalbimize.
Söz’den, sus’dan, bakıştan, bakmayıştan, anlayıştan ve hiç anlamayıştan yapılma bir kaderin doğurganlığının koktuğu sularla yıkanmıştık.
Kaçacak yer yok, derken. Tam da kaçınılmaza teslimken bir güzel var oluş sarmaladı ürkek bedenlerimizi. Önce karanlığı, ardından sus’u sevmeyi ve hatta söz’ü içimize çekmeyi öğretti zayıflamış bilinçlerimize. Koynunu açtı kocaman. Uzandık ve yumduk gözlerimizi. Sıcaktı kolları ve bedeninden yayılan ateşle ısıttık hiç ılımamış bedenlerimizi. Yuva bildik kucağını ve burada saklanabiliriz, diye düşündük. Bir ömür boyu. Adını sorduk nice sonra. İçinde sıcak ışıklar gezinen gözünü dikti bana. Dedi ki; yazıp duruyorsun ya. Neyi, diye sordum heyecanla. Gülüşünü hepimiz işittik, tanıyan ben oldum. Adımı, dediğini duymama gerek yoktu…
                                                                                                                 

Mey