Buradayım. Ama
bakma bana. Görüyorum, sensin. Bir siluet, belirsiz bir hayal gibisin uzaktan. Düşünüyor
musun yoksa konuşuyor musun çıkaramıyorum. Sesini işitiyorum sadece. Sesini düşlemiştim
bir zaman. Geceleri, uykuyu beklerken sesin gelirdi. Uzunca anlatırdı. Ne anlatırdı,
artık hatırlamıyorum. Güzel şeyler besbelli. Huzurlu bir uykuyu beraberinde
getirdiğine göre. Şimdi gerçekten sesin. Dikkat kesilip dinliyorum. Dünyadaki acıya
acıyan bir tını işitir gibiyim. Masumların çığlığı sinmiş sesine. Ne çok acı
var, diyorsun. Bizimki de bir şey mi? Değil elbet. Bize dair olan, bizim olan
hiçbir şey o, önüne geçilemez büyük acı karşısında. Ama buradayım.
Buradayım. Çok
zaman oradaydım. O karanlık, kuytu köşede. Tutsaklık desen tutsaklık değil,
kendini tutuklamış bir yasaya bağımlı sinmiş bir yaşamı sürüyordum peşim sıra. Var
olduğunu biliyordum ve bu dayanmamı sağlıyordu. Gözler önünde işlenen cinayetlere,
dehşetini içimize sindiremediğimiz çocuk çığlıklarına, başımızı öte yana
çevirmekten başka umar bulamadığımız işkencelere dayanmamı. Dayanır gibi
yapmamı. Bak şimdi buradayım. Hayır, bakma bana.
Buradayım. Görüyorum
seni. Ama sen bakma bana. Uzun bir yolun yorgunusun. Kolay olmamış hiçbir şey.
Bir elin yaranda, bir elin umuda batmış direnmişsin. Anlatıyorsun, duyuyorum. Geçtiğin yollarda burnuna dolan korkunun
kokusuyla umudun kırılır gibi olduğunda, çocuk yüzlerini düşünmüşsün. Hani aydınlık,
hesapsız gülümseyen ve henüz kirlenmemiş. Devam etmeni sağlayan bu olmuş. Söylüyorsun,
duyuyorum. Bak şimdi buradasın. Hayır, bakma bana.
Buradayım.
Orada olduğum çok zamanda, büyük bir öğrenim verildi bana. Büyük yalan eğitimi.
Olmadığın her dakika, hiçbir doğruyu söylemedim. Kendime, onlara ve biraz da
sana. Ağzımı her açtığımda kendiliğinden dökülen sözcüklerin arkasına
gizlenmenin türlü yolları öğretildi. Saf olanı korumanın yolu onu yok sayıp,
olabildiğince kirlenmektir, dendi. İyi bir öğrenciydim, güzelce öğrendim. Ama şimdi
buradayım ve öğrendiklerimi unutamıyorum. Hayır, bakma bana.
Buradayım. Buzlu
bir camın ardından bakıyorum sana. Avuçlarımı dayadığım camın neden bunca
keskin olduğunu bilemeden, akan kanı yok saymamı sağlayan eğitimime şükrederek
bakıyorum. Görüyorum, sensin. Bir siluet, belirsiz bir hayal gibisin
uzaktan. Buradayım, diye fısıldıyorum camın ardından. Bilmiyorsun. Sesini
işitiyorum sadece. Düşünüyor musun yoksa konuşuyor musun çıkaramıyorum. Açık bir
yaradan bahsediyorsun. Elimi sızısını artıran benimkinin üzerine götürüyorum. Parmağını
sokuyorum içine içine. Kanasın istiyorum; damla akmıyor. Bizim yaralarımız lüks biliyorsun, diyorsun. Kime
dediğini bilmeden başımı sallıyorum. Yanımıza yöremize düşen gencecik çocukların
bedenleri orada öylece duruyorken, yaramızı otamaktan söz etmeye hakkımız yok. Canımız
kendimizi çok sevmemizden yanıyor yine de. Bile bile. Göre göre. Elimi kendi
yaram yerine seninkinin üzerine kapama arzum da bundan, dudaklarım yarana değse
iyileşeceğimiz sanım da. Ama bunun için gelmedim.
Buradayım. Bakışlarını kaldır ama bakma bana, diye buradayım. Bil...
Mey
* İngeborg Bahcmann