Kedilere
benzeyebilseydik keşke. Öyle diyesim geliyor sık sık, bu son yıllarda.
Yaşadıkları anın iyice farkındalar gibi. Bir şey bekliyorlarsa bir deliğin
başında, onları oyalayıp oradan uzaklaştırmak pek güç. Bildikleri bir yerde
bildikleri bir iş görülürken, her gün seyrettikleri, kendilerince katıldıkları
(anlayamadığımız, bakarak da bir işe katılınabildiğidir.) o işe sanki ilk kez
bakacaklarmış gibi, uyuklamakta oldukları yerden kalkmağa üşenmeden, gidip
seyrederler yapılanları... Uykularının hangi katındalarsa, o katın uykusunu
yaşarlar...
Bizlerse
uydurduğumuz bir zamanla övünürken, her işimizi, her sözümüzü o zamanın akışı
içinde ötede, ileride, gelecekte varılacak, bir noktaya varmak üzere yapılıyor
ya da söyleniyor görürken, yapmakta, söylemekte olduğumuz şeyi unutuveriyoruz.
Bir ereğe yönelerek, bir erek düşüne kapılarak giderken, sonraları -biz
göçtükten sonra- yaşamımız, daha da ileri vararak, yazgımız adı verilecek bir
dizi anın her birinin biricikliğini, değiştirilemezliğini, yerine konmazlığını
şuncacık olsun farketmiyoruz. (bu yaşamın bölük pörcük birkaç anısı bir iki
yakınımızın belleğinde kalabilir ya, bunların bir süreklilik, bir anlamlılık
taşımış olabileceklerini bilebilecek tek kişi –kendimiz- yokluğa karışmış
gitmiştir artık.) ‘farketmiyoruz’ dedim, meğer ki gerçekten sonumuza yaklaşmış
olalım. Yanılmıyorsam, kimimiz (yolun oralarında) anlayıp öğreniyor kimi şeyi:
susup dinlemeyi örneğin... Yaptığı, gördüğü, işittiği her şeyin ağırlığını bir
yerlerinde duymağı; bir çocuk gülüşünün, bir güneş sızıntısının, bir gözyaşının
avuçtaki yuvarlaklığını, ferahlatıcı serinliğini, sayısızlığını ya da sayıya
gelmezliğini; mutluluğun, acıyı, sevinci art arda, ayırım yapmaksızın yaşamak
olabileceğini... Hele biraz yaşlanılmışsa, görülen, işitilen, tadılan her şeye,
geçmiş yaşantıların da gelip desteklik, yastıklık edebileceğini....
Ama kedi
sever gibi sevmeliyiz sevdiklerimizi...
Bilge Karasu
* Metin Göçmüş Kediler Bahçesi'nden, metne başlığı ben verdim hocam affetsin..
Nicholas Vatveenko