Yaşamımın
öyküsü yok. Böyle bir öykü yok. Odak diye bir şey olmadı hiç. Yol yok, iz yok.
Alabildiğine geniş yerler var, buralarda bir zamanlar biri varmış sanısını
uyandırıyorlar, ama doğru değil hiçkimse yoktu. Gençliğimin küçücük bir
bölümünün öyküsünü daha önce de yazdım az çok, yani şöyle bir görünmesine
yetecek kadar; şimdi bu öyküden sözediyorum işte, ırmaktan geçiş öyküsünden.
Burada yaptığım farklı, hem de aynı. Daha önce aydınlık dönemlerden
sözetmiştim, aydınlatılmış dönemlerden. Burada aynı gençliğin gizli
dönemlerinden, kimi olgular, kimi duygular, kimi olaylarla ilgili olarak yapmış
olabileceğim birtakım gömmelerden sözediyorum. Yazmaya beni güçlü bir biçimde
utanç duygusuna yönelten bir çevrede başladım. Onlar için yazmak ahlaksal bir
şeydi daha. Şimdiyse yazmak hiçbir şey değil nerdeyse. Bazı bazı görüyorum: her
şeyi birbirine karıştırıp boşluk ve hiçliğe gitmek olmadıktan sonra, yazmak
hiçbir şey değil. Her şey, her seferinde nitelenmez özüyle tek bir şeyde
karıştırılmadıktan sonra, yazmak reklamdan başka bir şey değil. Ama çoğu zaman
da herhangi bir görüşe bağlanmıyorum, bütün alanların açık olduğunu, belki de
bütün duvarların yıkıldığını, yazının gizlenmek, oluşmak, okunmak için
sığınacak yer bulamayacağını, temel uygunsuzluğuna artık saygı gösterilmeyeceğini
görüyorum, ama bu kadar daha ötesini düşünmüyorum.
Marguerite Duras
* Duras'ın 'Sevgili' adlı eserinden bir bölüm