Başka bir
kente kısa süreliğine yerleşmesi gerektiğini için evini boşaltan arkadaşımın
bana emanet ettiği kutunun üzerinde duruyordu o çanta. Açık ağzından görünen
zarflar dikkatimi çekti. Elimi sokup birkaç tanesini çıkarınca gördüm hiç
açılmamış olduklarını. Farklı isim ve adreslere gönderilmiş veya gönderilmemiş
– hala emin değilim hangisi olduğundan –
onlarca mektup. Elime gelen ilk zarfı, hakkım olmadığını bilerek,
açtığımda düzgün bir el yazısıyla özenle yazılmış birkaç satırın beni
büyülediğini itiraf ederim. Çantayı kaptığım gibi okumaya başladım. Kim
vazgeçebilirdi ki o kime ve kimin tarafından yazıldığı belirsiz birkaç cümlenin
verdiği büyülü hazzı…
“ Yazdığın son mektubu okudum bu gün yeniden. Uzun
zaman sonra ilk kez önemli olanın ne söylediğinden çok nasıl söylediğin
olduğunu düşündüm okurken. Sıkıntı veren
bir mecburiyet duygusu ile yazılmış satırların arasında dolaşırken gözlerim, üslubunun
beni incitmiş olduğunu neden o zamana dek fark edememiş olduğunu sordum
kendime. Sevecenliğini bastırmış olduğunu düşünecek gibi olduysam da, kendimi
kandırma çabasına girişemeyecek denli yorgun düştüğümü biliyordum. Yakamdan düş,
diyordu yazmadığın her sözcük. Bunu demeden diyebilmek başarı aslında, diye
düşünürken gülümsedim. Dolaylılıktan duyduğum bezginliğe daha varmış demek ki. Ardından
ne yapmalı, diye sordum kendime. İçim sana akmaya meyletmiş yüzlerce sözcükle
doluyken; önüme çektiğin bu söyleme kesmiş seti görmezden mi gelmeli yoksa saygılılık
övgüsünü yapıştırıp yakama, o sözün beni boğmasına razı mı olmalı? Yanıtı, bu
mektubu almadığında anlayacaksın…”
Mektubu
zarfına yavaşça yerleştirip, kederle aklımdan geçirdim okuduklarımı. Gün boyu…
Mey
Marta Orlowska