Alışveriş torbalarının
karışmış olduğunu ancak eve dönebildiğimde fark etmiştim. Benim çantamı alan
her kimse, dikkatle seçtiğim kitapların yerine bir çanta dolusu mektupla eve
dönmeme neden olmuştu. Merakla aldım çantayı kucağıma ve bir tomar zarf çıkardım
içinden. Farklı isim ve adreslere gönderilmiş veya gönderilmemiş – hala emin
değilim hangisi olduğundan – onlarca
mektup. Elime gelen ilk zarfı, hakkım olmadığını bilerek, açtığımda düzgün bir
el yazısıyla özenle yazılmış birkaç satırın çantanın sahibini arama fikrini
hiçlediğini itiraf ederim. Kim vazgeçebilirdi ki o kime ve kimin tarafından yazıldığı
belirsiz birkaç cümlenin verdiği büyülü hazzı…
“ Bebeğim,
seni uğurlayıp eve döndüğümde odana girip yatağına uzandım ve yastığından henüz
tazeliğini yitirmemiş saçlarının kokusu doldu burnuma. Doğduğun gün, seni
kucağıma ilk kez vermelerinin ardından temizlenmen için geri aldıklarında,
avuçlarımda kalan bebek kokunu defalarca içime çektiğimi anımsadım. Yeniden kucağıma
getirilene kadar geçen sürede yaşadığım endişe ile bu gün bana el sallayarak
seni uzaklara götürecek o araca binişi izlerken yaşadığım neredeyse yanı
şiddette. Aman anne, diyeceksin biliyorum bu satırları okuduğunda. Karşımda olsan
ben de, anne olduğunda anlarsın, derdim anne bilmişliğiyle. Sen bıyık altından
gülerdin ve ben kızardım buna. Keşke gitmek zorunda olmasaydın da, tüm o alaylı
gülüşlerini sineye çekseydim. Ama sen bakma bana; anne dediğin şey bir kokuyla
özlem giderip, bir tasavvurla endişe içinde kıvranabilir. Döneceksin biliyorum,
çabuk dön…
Annen…”
Mektubu
zarfına yavaşça yerleştirip, uzun uzun kokladım. Gün boyu…
Mey
Sebastian Luczywo