26 Ekim 2013 Cumartesi

Bulunmuş Mektuplar / Göl…

Çantanın açık ağzından görünen zarflar dikkatimi çekti. Elimi sokup birkaç tanesini çıkarınca gördüm hiç açılmamış olduklarını. Farklı isim ve adreslere gönderilmiş veya gönderilmemiş – hala emin değilim hangisi olduğundan –  onlarca mektup. Elime gelen ilk zarfı, hakkım olmadığını bilerek, açtığımda düzgün bir el yazısıyla özenle yazılmış birkaç satırın beni büyülediğini itiraf ederim. Çantayı kaptığım gibi okumaya başladım. Kim vazgeçebilirdi ki o kime ve kimin tarafından yazıldığı belirsiz birkaç cümlenin verdiği büyülü hazzı…

Göl kıyısında yürüdüğümüz gün geldi dün gece aklıma durup dururken. Gölü ya da seni anımsatacak herhangi bir şey yoktu esasında. Ertesi güne yetişecek işlerin peşinde, az bunalmış, çokça yorgun ve neredeyse hissizdim. Uzun zamandır hissizim; duyumsuyor fakat duygulanmıyorum. Rahatsız da değilim bu halden. Duygulanmanın düşkünlüğünden çok çektiğimden midir, bilmiyorum; hissizliğim ne vakit görünür olsa gözüme, böyle iyi diyorum kendime. Öyle iyi mi sahiden, diye sorma. Böyle iyi… Derken göl ve sen aynı imgenin iki farklı görüntüsü olarak geliverdiniz geceye. Elimde kalem yazdığım cümlenin ortasında kalakaldım. Ördeklerin suyun üzerinde süzülüşlerini, güneşin suda oynaşmasını, ceplerine soktuğun ellerine duyduğum özlemi, taze çayın kokusunu, bardağı kavrayan parmaklarının kıvrılışını büyüleyici bulduğumu, yoldan geçen otomobilin açık penceresinden işittiğimiz şarkıyı, aniden çıkan esintinin yüzlerimizi yalayışını, cümlelerinin arasına yerleştirdiğin noktalı virgüllerin – nokta’yı sevmediğini söylemiştin hani bir keresinde - çokluğunun beni gülümsettiğini ve günü noktalamamız gerektiğinde içimi dolduran eksilme hissini hiç, ama hiç anımsamadım… Derin bir solukla yarım bıraktığım cümleye dönmeden önce anımsattım kendime: Böyle iyi! Gölü ve seni bir yana bırakıp yazmayı sürdürdüm. İşler mi? Yetişmedi…”

Mektubu zarfına yavaşça yerleştirip, üzerinde ördeklerin gezindiği bir göl hayal ettim.  Bütün bir uyku boyu….


Mey