20 Aralık 2013 Cuma

Tanışık…


Hızlıca yürüyordu. Hep hızlıca yürürdü, sanki geç kaldığı bir şey ya da bir yer varmış gibi.  Yoktu. Var olan yalnızca ayaklarının alışık olduğu ritimdi.  Bir anda önünde beliren beden yürüyüşüne duvar olunca durdu. Başını kaldırıp baktı. Göz göze geldiler. Zihin gözlerinden ve dilinden önce davrandı. Boş bakıp, sesini çıkarmadı.

Tanımadın mı, diye sordu bu sıra beriki. Yüzünde sıcak bir gülümseyiş vardı. Sorunun muhatabı gülüşü görmezden geldi. Çıkaramadım, dedi. Bir yandan cevaba şaşıracağın yüzünde belirecek hayret izini gözlüyordu. Şaşırmış görünmüyordu tanınmayışına.

Öyle mi, diye sordu yeniden.
Öyle, dedi cevap olmayan cevapları vermek zorunda olan.

Bir süre bakıştılar. Başka bir şey söylemesin, diye diledi yolu kesilen. Yoluma gideyim. Bedenden duvar, kuşkucu gözlerini üzerimden çeksin. Peş peşe üç dilek fazla mı oldu acaba, diye düşünüyordu bir yandan da. Dilekler isabetli olmalıydı ki,  sonunda yolunu açtı diğeri.
Peki tanımadıysan, dedi ve gitti.

Bir süre arkasından baktıktan sonra, yarıda kalmış adımını tamamlamaya hazırlanırken elinde olmadan gülümsedi. Nasıl da tanımadım, dedi gururla.

Aynı esnada tanınmamış olanın da yüzünde benzer bir tebessüm vardı ve aynı sözcükleri tekrarlıyordu: Nasıl da tanımadı…


Mey



                                                   Vaclav Chochola