Hızlıca
yürüyordu. Hep hızlıca yürürdü, sanki geç kaldığı bir şey ya da bir yer varmış
gibi. Yoktu. Var olan yalnızca
ayaklarının alışık olduğu ritimdi. Bir
anda önünde beliren beden yürüyüşüne duvar olunca durdu. Başını kaldırıp baktı.
Göz göze geldiler. Zihin gözlerinden ve dilinden önce davrandı. Boş bakıp,
sesini çıkarmadı.
Tanımadın
mı, diye sordu bu sıra beriki. Yüzünde sıcak bir gülümseyiş vardı. Sorunun
muhatabı gülüşü görmezden geldi. Çıkaramadım, dedi. Bir yandan cevaba
şaşıracağın yüzünde belirecek hayret izini gözlüyordu. Şaşırmış görünmüyordu
tanınmayışına.
Öyle mi,
diye sordu yeniden.
Öyle, dedi
cevap olmayan cevapları vermek zorunda olan.
Bir süre bakıştılar. Başka bir şey
söylemesin, diye diledi yolu kesilen. Yoluma gideyim. Bedenden duvar, kuşkucu
gözlerini üzerimden çeksin. Peş peşe üç dilek fazla mı oldu acaba, diye
düşünüyordu bir yandan da. Dilekler isabetli olmalıydı ki, sonunda yolunu açtı diğeri.
Peki tanımadıysan,
dedi ve gitti.
Bir süre
arkasından baktıktan sonra, yarıda kalmış adımını tamamlamaya hazırlanırken
elinde olmadan gülümsedi. Nasıl da tanımadım, dedi gururla.
Aynı esnada
tanınmamış olanın da yüzünde benzer bir tebessüm vardı ve aynı sözcükleri
tekrarlıyordu: Nasıl da tanımadı…
Mey
Vaclav Chochola