Yanmasını bilmeyenlerin
yaktığı ateşle tutuştuk, dedim.
Kaşları havalandı
dediğime. Al işte geliyor, demeye kalmadan sözü aldı:
Şikâyetin neden,
diye sordu. Yandığına mı dertleniyorsun,
yoksa yakanın buz gibi kaldığına mı?
Bakıştık. Gözlerini
kaçıran o olsun istiyordum ama adam inatçıydı. Cevap vermedin, dedi
gülümseyerek.
Her şeyi
biliyorsun, cevabı da biliyorsundur, diye çıkıştım.
Sen de her
şeye kızıyorsun, dedi.
Gülme,
dedim. Ben de gülmek üzereydim, anlamasın
diye başımı çevirdim.
Daha vakit
var, dediğini duyduğumda gülme arzusunu kontrol altına alabilmiştim.
Neye, diye
sordum; geleceğin ayanın beyanı olacağını bilerek.
Kül’e
dönüşmeye, dedi acımadan.
Biliyorum,
dedim. Kül’leşmiş halimin rüzgâra
musallat olacağını düşünüp, içimden sırıtmaya başlamıştım ki;
Dondurma mı
yeseydik, diye sorduğunu duydum. İyi fikirdi.
Köşedeki dondurmacıya
doğru yürürken, naneli dondurma ve stoa erdeminin berbatlığından söz etti
durmaksızın. O konuştu, ben çiseli bir rüzgar düşledim…
Mey
İwona Harabin