Sen iyi
değilsin, dediğini duyunca kafamı kaldırdım. Nereden çıktı şimdi bu, der gibi
baktım. İyiydim. Hatta öyle iyiydim ki hummaya tutulmuş, zihnimden çılgınca
akan sözcüklerden biri yitip giderse tümü yitirecekmiş duygusuyla, boşta olan
elimle saçımı çekiştire çekiştire yazıyordum.
İyi değilsin,
dedi yine.
N’oldu şimdi
Benedictus’cum, diye çıkıştım. İyiyim, sana bulaşmıyorum ve yazıyorum.
Başını, ikna
olmadım dercesine iki yana salladı. O anda burnuna düşmüş gözlüklerinin sevimli
olduğu düşüncemden vazgeçmek üzereydim, başını sallayış şekli birazdan canımı
feci sıkacağını çoktan haber veriyordu.
Neyim varmış peki, diye sordum kalemi elimden biraz sertçe bırakırken. Kavgaya hazır olduğumu bilsin
istiyordum.
Hastalıklı bir
biçimde yazıyorsun, dedi. Yüzümdeki değişme gözünden kaçmamıştı, eliyle açılmak
üzere olan ağzımı ketledi. Durdurmamdan korkar gibi hızla konuşmaya başladı:
Dilini,
yüreğini hayatın buna bağlıymış; sesini ve hikâyeni mutlaka duyurman gereken
bir obje varmış da, o objenin peşinden söz'le sürüklenmeye yazgılıymışcasına
elinde kalem söz söz dolanıyorsun, dedi. Ardından susup tepkimi bekledi. Beklemediği
şey ise kahkahamdı.
Hastalık değil
bu Benedictus’cum, dedim gülüşlerimin arasından. Bu bir kompleks. Şaşkınca bakıp,
ne kompleksiymiş diye sordu.
Şehrazad kompleksi, dedim.
Anlamadım,
dedi.
Anlamışsın
işte, ne güzel anlattın, karşılığını verdim.
Düzelmez mi,
diye sordu endişeyle. Tedavisi yok mu?
Yok, dedim. Yoktu…
Mey
Sebastian Luczywo