Aynı mı,
diye sordu gözlerinde onaylamaz bir bakış. Yakalanmıştım. Pişkinliğe vurdum.
Evet
Benedictus’cum, dedim. Aynı hikâye ve evet, yine.
Nerede senin
diyalektiğe inancın, dedi. Kızgın, biraz da endişeli görünüyordu. Hangisinin
baskın olduğunu çıkaramayacak kadar suçlu hissediyordum. Hiç gereği yokken
üstelik.
Ne alakası
var, diye çıkıştım. Her şeyi diyalektiğe getirmeye başladın son zamanlarda
farkında mısın, diye de ekledim. Zeytinyağı ile su arasındaki kimyasal olayı
fark etmemesini ummak safdillik olurdu.
Yazıldığı
gibi kalmadı biliyorsun, dedi olanı fark etmemiş gibi davranmayı seçmesi
mucizevi göründü gözüme. Yine itiraz hevesim vardı.
Yazılmış,
bitmiş bir hikâye değişmez, dedim. Dediğimden çok emin olmadığım aşikârdı.
Emin misin,
sorusunun kinayesinin beni neremden vuracağına aldırmıyor gibiydi. Hızla
düşündüm. Düşünmek kinayeden daha acıtıcı olabiliyormuş diye düşündüm ardımdan.
Emin değilim
elbette, dedim. Ama bu hikâyenin beni düşme ihtimaline karşı koruduğunu
düşünmek iyi hissettiriyor, ondan sıkıca tutunuyorum ucuna.
Çıkmanı sağlayan
düşmene de neden olabilir, uyarısı gereksizdi. Gözümü hikâyeye diktim. Aklımdakini söyleyecektim. Aklımdakini hep
söylerim.
Biraz çıkarsın
Benedictus’cum, dedim. Biraz da inersin. Asıl diyalektik bu değil mi?
Ucundan tuttuğun
doğru ipse eğer, diye yapıştırdı. Ya değilse?
Derin bir
soluk aldım. Aklımdaki rahat vermiyordu.
Değilse,
dedim. Ucuna bağlayacak daha sağlam bir ip bulursun.
Sen adam
olmayacaksın, dedi öfkeden çok endişeyle.
Olmasam daha
iyi galiba Benedictus’cum, dedim. Sanki böyle daha güzelim.
Gülsün istiyordum. Güldü.
Bi’de
şımarıksın, dedi. Doğru söze bir şey denmezdi. Demedim…
Mey