Durdu ve baktı kendine. Kendindeki o şeye. Şiddetli,
kıymetli ve güzel bir şeydi gördüğü.
Olmaz bu böyle, dedi. Saklamalı onu.
Özlemi bir yana bırakıp öfkeyi aldı, elinin altındaydı
zaten. Örtündü. Öfke sızdırır, diye
düşündü. Şurada bir yerde duruyordu aldanmışlığı, öfkenin üstüne kapattı onu
da.
Yeniden baktı az geri çekilip. Yetmezdi.
Geri dönülmezlik, aldanmışlığı kaplayacaktı güzelce. Kim bir
dönüşsüzlüğü affedebilirdi ki. Bağışlamazlık yerleşti dönüşsüzlüğün üzerine.
Bir şey eksik, diye düşündü görüntüsüne bakarken. Derken buldu.
Aldırışsızlık. O da var. Son süs’üm, dedi gülerek. Aldı geçirdi üstüne.
Şimdi memnundu gördüğünden. Güvenlik hissiyle gülümsedi. Derinde
ve öz’de kalana gitti aklı bir an. Üstündekilerin ağırlığı binecek gibi oldu
omzuna. Silkindi. Avuttu kendini. Bak, dedi böyle ruhun kalabalık görünüyor. Onayla
salladı başını, ilk ve son itirafını yaptı aynadaki aksine: Kalabalık ve boş…
Mey