6 Şubat 2014 Perşembe

Dolaylı Sevinç…

Merakımı daha fazla gizleyemediğimden, uygun bir fırsat aramayı bile beklemeksizin soruverdim: dolaylı sevinç de neyin nesi Benedictus’cum?
Şaşkınlıkla kaldırdı başını. Bir an, anlamaya çalışır gibi baktı. Soruya soruyla cevap kapıdaydı ve bir de müstehzi gülüş.
Çaktırmadan yazdıklarımı mı okuyorsun yoksa?
Yazar olsun, filozof olsun okunduğunu; bununla kalmayıp anlaşılmaya çalışıldığını bilmenin onların egolarına hiç iyi gelmediğini düşündüğümü belli etmemeye kararlı, geçenlerde gözüme takıldı da merak ettim, diye yanıtladım.
Geçenlerde, diye tekrar etti. Kinayeyi fark etmemiş gibi yaptım. Evet, dedim ve uzatmayalım imasıyla yeniden sordum: Dolaylı sevinç?
Gözlerini önündeki boş kâğıda dikip bir süre düşündü. Ardından, nefretin sevinçleri vardır, diye kestirip attı.
Boş boş baktım önce. Anlamamanın bünyemde yarattığı öfkenin büyümekte olduğunu fark etmemek  elden gelmiyordu.
Acınası bir açıklama, dedim o da fark etsin diye. Güldü.
Acınası olan açıklama değil, dedi. Sevinç acınası.
Gel de çıkışma şimdi, der gibi baktım. Ne diyorsun Benedictus’cum, diye sorarken neredeyse  dişlerimi kenetlemiştim.
Anlama gücünün düzeyinin yerlerde sürünmesine anlayış gösterebileceğini ima eden gözleri, sabret der gibiydi. Nihayetinde konuşmaya başladı:
Tüm nefret duygularının temelinde asla akıldan çıkmayacak, ne denli telafi edilmeye çalışılırsa çalışılsın, yok edilemeyecek bir üzüntü vardır.  Nefret eden kişi, tüm sevinçleri bu başlangıçtaki üzüntü tarafından zehirlenmiş kişidir, çünkü üzüntü bizatihi bu sevinçlerin içindedir.
Soluklanmak için durdu. Bakışları üzerimde duyduklarımın üzerimde yaratacağı etkiden biraz endişeli beni inceliyordu. Anlattıklarının bana yapacaklarını daha ilk cümlede ikimiz de fark etmiştik. Gözlerimi masasının boyası sıyrılmış köşesine dikmiş, devam etmesini bekliyordum. Oku atan da hedef de, okun nereyi vuracağını merak etmeden yapamazdı. Sabırsızlığım devreye girip, eeee devam etsene, dememe neden olmasaydı, belki sonra dediklerini hiç demeyecekti.
Böyle bir kişi, dedi. Sevincini üzüntüden başka bir şeyden türetemez hale gelir. Diğerinin varoluşu dolayısıyla hissettiği üzüntü, kendisine bir haz yaratmak için ötekinde yaratmayı hayal ettiği bir üzüntüyle telafi edilir. İşte bunlar, küçüğüm acınası sevinçlerdir. Yani dolaylı sevinçler.
Sustu ve bekledi. Boyası sıyrılmış masanın köşesinde yitip gitmeyi arzulayan zihnim işittiklerini sindiremeyecek denli şaşalamıştı.
Öfkeye sığınacağımı biliyorduk. Ben de  Benedictus da.  Hazırlanmış bekliyordu tepkimi.
Benimkiler doğrudan bi’kere, dedim nihayetinde gözümü masadan kaldırıp.
Ya öyle mi, diye sarf ettiği soru cümlesi, soru cümlesi değildi aslında.
Öyle, diye kestirip attım.
Peki, diye kabullenmesi beklendikti.
Hem insanlığın bir dünya sorunu var sen dolaylı sevinç, nefretin sevinci bunlarla uğraşıyorsun, dedim hızımı alamayarak. Masanın da boyası kalkmış.
Bu noktada, gülmeye ilk başlayanın hangimiz olduğunun önemi yoktu. Uzunca bir süre bizi sarmalayan bir sevinç kapladı odayı. Muhtemelen birimizin ki dolaylı bir sevinçti…


Mey


                                            Alison Blackmore