Merakımı daha fazla gizleyemediğimden, uygun bir fırsat
aramayı bile beklemeksizin soruverdim: dolaylı sevinç de neyin nesi Benedictus’cum?
Şaşkınlıkla kaldırdı başını. Bir an, anlamaya çalışır gibi
baktı. Soruya soruyla cevap kapıdaydı ve bir de müstehzi gülüş.
Çaktırmadan yazdıklarımı mı okuyorsun yoksa?
Yazar olsun, filozof olsun okunduğunu; bununla kalmayıp
anlaşılmaya çalışıldığını bilmenin onların egolarına hiç iyi gelmediğini
düşündüğümü belli etmemeye kararlı, geçenlerde gözüme takıldı da merak ettim,
diye yanıtladım.
Geçenlerde, diye tekrar etti. Kinayeyi fark etmemiş gibi
yaptım. Evet, dedim ve uzatmayalım imasıyla yeniden sordum: Dolaylı sevinç?
Gözlerini önündeki boş kâğıda dikip bir süre düşündü.
Ardından, nefretin sevinçleri vardır, diye kestirip attı.
Boş boş baktım önce. Anlamamanın bünyemde yarattığı öfkenin
büyümekte olduğunu fark etmemek elden
gelmiyordu.
Acınası bir açıklama, dedim o da fark etsin diye. Güldü.
Acınası olan açıklama değil, dedi. Sevinç acınası.
Gel de çıkışma şimdi, der gibi baktım. Ne diyorsun
Benedictus’cum, diye sorarken neredeyse
dişlerimi kenetlemiştim.
Anlama gücünün düzeyinin yerlerde sürünmesine anlayış
gösterebileceğini ima eden gözleri, sabret der gibiydi. Nihayetinde konuşmaya
başladı:
Tüm nefret duygularının temelinde asla akıldan çıkmayacak,
ne denli telafi edilmeye çalışılırsa çalışılsın, yok edilemeyecek bir üzüntü
vardır. Nefret eden kişi, tüm sevinçleri
bu başlangıçtaki üzüntü tarafından zehirlenmiş kişidir, çünkü üzüntü bizatihi
bu sevinçlerin içindedir.
Soluklanmak için durdu. Bakışları üzerimde duyduklarımın
üzerimde yaratacağı etkiden biraz endişeli beni inceliyordu. Anlattıklarının bana
yapacaklarını daha ilk cümlede ikimiz de fark etmiştik. Gözlerimi masasının boyası
sıyrılmış köşesine dikmiş, devam etmesini bekliyordum. Oku atan da hedef de,
okun nereyi vuracağını merak etmeden yapamazdı. Sabırsızlığım devreye girip,
eeee devam etsene, dememe neden olmasaydı, belki sonra dediklerini hiç
demeyecekti.
Böyle bir kişi, dedi. Sevincini üzüntüden başka bir şeyden
türetemez hale gelir. Diğerinin varoluşu dolayısıyla hissettiği üzüntü,
kendisine bir haz yaratmak için ötekinde yaratmayı hayal ettiği bir üzüntüyle
telafi edilir. İşte bunlar, küçüğüm acınası sevinçlerdir. Yani dolaylı
sevinçler.
Sustu ve bekledi. Boyası sıyrılmış masanın köşesinde yitip
gitmeyi arzulayan zihnim işittiklerini sindiremeyecek denli şaşalamıştı.
Öfkeye sığınacağımı biliyorduk. Ben de Benedictus da. Hazırlanmış bekliyordu tepkimi.
Benimkiler doğrudan bi’kere, dedim nihayetinde gözümü
masadan kaldırıp.
Ya öyle mi, diye sarf ettiği soru cümlesi, soru cümlesi
değildi aslında.
Öyle, diye kestirip attım.
Peki, diye kabullenmesi beklendikti.
Hem insanlığın bir dünya sorunu var sen dolaylı sevinç,
nefretin sevinci bunlarla uğraşıyorsun, dedim hızımı alamayarak. Masanın da
boyası kalkmış.
Bu noktada, gülmeye ilk başlayanın hangimiz olduğunun önemi
yoktu. Uzunca bir süre bizi sarmalayan bir sevinç kapladı odayı. Muhtemelen birimizin
ki dolaylı bir sevinçti…
Mey
Alison Blackmore