Ne çeviriyorsun sen yine, dediğini duyunca şaşkınlıkla
başımı kaldırdım. Anlamamış bakışlarımı yüzüne dikip, kaşlarımı havalandırdım. Baktığının
ötesini görmeye alışmış gözlerini yüzüme kuşkuyla dikmişti.
Neredeyse iki saat oldu, ağzından tek söz çıkmadı, diye
haber verdi. Hayra alamet değil bu sessizlik, diyecekti. Yormadım.
Ne çevireceğim Benedictus’cum, dedim. Elimdeki kitabı havaya
kaldırıp gösterdim. Çevirsem çevirsem sayfa çeviririm, dedim. Okuyorum.
İnanmazlıkla gülümsedi. Ne okuyorsun, diye sorması
beklendikti.
Kitabın kapağını, görebilsin diye, yüzüne doğru yaklaştırdım. Yüzündeki buruşma
tahmin edilebilirdi. Ağzını açmasına fırsat vermeden atıldım.
Karışma benim Epiküros’uma, dedim. Aralarındaki çekişmede, açıkça değilse de,
gönlünün Stoacılardan yana olduğunu bildiğimden, gelebilecek her türlü eleştiri
hamlesini ketleyebileceğim düşüncesindeydim.
Böyle dönüp dönüp okunacak bir şey yok onda, bildirisinin
saldırganca olduğu açıktı. Didişecek havada değildim. Susup bunu anlamasını
umabilir ya da ona anlatabilirdim. O güne değin hiç dillendirmediğimi, bir
çırpıda söyleyebilirdim. Kararsızlığımı fark etmişti, dayanamayacağım
bilgisiyle sakince arkasına yaslanıp, bakışlarını üzerime dikti.
İkircikli bir dişleme ağzımda, düşündüm. Bunu ona
anlatamazsın, diye uyardım kendimi. Anlamaz. Anlamadığı gibi, insani varlığın
anlamadığı şeylere gösterdiği tepkiyi gösterir. Filozof filan ama yine de
insan. Ağzını açma!
Sabrı yetmemiş olacak ki, nasılsa döküleceksin der gibi
bakıp; dinliyorum, dedi.
Saçma bir şey Benedictus’cum, diye uyardım.
Saçma da dünyaya dâhil, diye atıldı. Merak ona böyle şeyler
söyletiyordu bazen.
Nazlanmanın faydası yoktu. Anlatma fikri zihnimde belirmişti
bir kez. Kitabı kapatıp dizlerimin üzerine yerleştirdim, soluklandım.
Epeyce eskiden, diye başladım söze. Uykularımın arasında “
Epiküros” diye seslendiğim biri vardı
hayatımda. Bedenimi, ruhumu ve zihnimi acıdan uzak kılan biri. Ne vakit onu
özlesem işte böyle, diyerek elimdeki kitabı gösterdim.
Şaşkınlıkla açılan ağzı bir süre öyle kaldı. İşaret parmağımı
ağzıma götürüp sus işareti yaptım. Yüz ifadesi bir duygu durumundan diğerine
hızla geçtiğini gösteriyordu. Hayret, inanmazlık, kızgınlık, ne diyeceğini
bilememe. Bir şey demesine fırsat vermeden atıldım.
Merak etme Benedictus’cum, dedim. Kimseye senin adını
seslenip sarılmadım uyku arasında bu güne dek.
Çok rahatladım, diye yapıştırdı cevabı. Gülmemek için kendini tutar gibiydi. Kızardın mı sen yoksa,
diye sordu yumuşak bir sesle.
Elimdeki kitabı açıp yüzüme doğru kaldırırken, ne münasebet,
dedim…
Mey
Michal Zahornacky