Sabah iniyor, dedi bir ses. Uyan. Kimin sesi? Yatakta bir kıpırtı. Kedi mi?
Değil tabii. Gece kalmak istemiş, iç sesinin hayır çığlıklarına karşın,
isteklinin gözlerindeki bir şey sessiz kalmasını sağlamıştı. Konuğu, suskuyu onay kabul etmeye meyilliyle
ikiletmemiş ve yerleşmişti uzandığı yere. Derhal uyumuştu. Uykuya dalışındaki
hıza hayret ettiğini anımsıyor, bir de salondaki kanepeye mi geçsem acaba,
fikrinin zihninde dolanıp durduğunu. Geçmemişti. Ama uyumamıştı da uzunca bir
süre. Uykuya ortak bir başka insanın varlığı istenir değildi ona göre. Uyku
yalnız eylenebilir bir şeydi ve bilinç senden çekilirken, yanında birinin olup
olmamasının anlaşılır bir değeri yoktu. Gözlerini açmadan uykuyu beklediği
saatler boyunca tek düşünebildiği, bu olana bir daha izin vermemesi
gerektiğiydi. Sevmekten vazgeçildiği gibi sevişmekten de vazgeçilmeliydi belki.
Bunu aklında tut, dedi uyku kendini dayatıp farkındalık yerini hafif uykuya
bırakırken.
Kimse dünyayı iyi bir yerine getirmek için yeterince
üzülemiyor çünkü biraz sonra yine karnı acıkıyor, diyen düşünürün rüyasına
girmesi tesadüf olamazdı. Yine acıkacaksın, demişti alayla. Uyanmasını isteyen
ses susmak bilmezken, gözleri sımsıkı kapalı rüyaya gülmek mümkün olmadı. Uyuyormuş
gibi yapmayı sürdürecekti, birlikte yapılacak bir kahvaltıyı göze almayacaktı. Kıpırdamadı.
Yanındaki kalktı. Banyoya geçtiğini işitti onun. Bunu fırsat bilip gözlerini
açtı. Odanın dağınıklığını, başka birine ait kokuyu, bir yabancının hoş
görülmeyen varlığının havaya yaydığı zerrecikleri aynı anda duyumsadı. Ve banyodaki çıkmadan aceleyle rüyasına
güldü. Tekrar gözlerini yumup, sokak kapısının kapanma sesini işitmeyi bekledi.
Duyduğu mutfaktan gelen sesler olunca şaşkınlıkla doğruldu yatakta. Kahvaltı hazırlığına
girişmiş olmalıydı. Açılıp kapanan buzdolabı, mutfak dolaplarının sesi,
yetmezmiş gibi radyo ve müzik. Yatağa gömülüp yorganı kafasına çekti. Şimdi ne
olacak, ne yapmalı sorularını duymazdan gelerek bekledi. Beklemediği ise yeni
demlenmiş çayın yoldan çıkarıcı kokusuydu. Bir çaya tav mı olacaksın, sorusuyla
uyardı kendini. Aklını başına al. Bu sırada mutfaktaki radyoda çalan şarkıya
yüksek sesle eşlik etmeye başlayınca aynı anda gelen gülme ve ağlama isteğini
ne yapacağını bilemedi. Öfkelenecek gibi olduysa da, mutfaktan yatak odasına
yönelmiş ayak sesleri onu durdurdu. Gözlerini yumdu, soluğunu yavaşlattı,
tetikte bekledi.
Çay demlendi, kahvaltı da hazır, dedi gelen. Haydi, uyan
artık. Daha da ileri gidebilir, içine gömüldüğü yorganı üzerinden çekip
alabilir korkusuyla kıpırdamadan yattı. Haydi, ama dedi tepesinde dikilen. Geçilen
sınırları düşünüp iç çekti, yorganı ve
gözlerini açtı. Karşısındakinin gülümseyişini ve sabah neşesini gördü. Midesindeki
kasılmaya aldırmamaya çalışarak baktı uzunca bu yüze.” Sabah ki aklını çeler bir kuzgunun / Götürür
ıssız bir sorumluluğa…” dizelerinin zihnine doluşuna daha çok şaşırdı. Bu sırada,
günaydın diye şakıdı beriki. Ağzının içinde bir günaydın geveleyip yataktan
kalktı. Banyoya yönelip, sabahları kahvaltı yapmam ben, dedi. Karşısındakinin itiraz
edecekmiş gibi açılan ağzını görünce aceleyle ekledi. Ama çay içerim.
Soğuk suyu yüzüne çarparken, bunun bir anlamı yok, dedi
kendine. Soğuk suyun canlandırıcı etkisiyle neşelenir gibi oldu. Tekrar etti. Bunun
bir anlamı yok. Yoktu gerçekten de. Keşke olsaydı, arzusunun da bir anlamı
olmadığı gibi yoktu...
Mey
* İsmet Özel
Anthony Gormley