Yaşayan bir edebiyat saatini düne ya da bu güne göre değil,
yarına göre ayarlar. O, seren direğine çıkmış bir gemici gibidir: direğin
tepesinden batan gemileri, buzdağlarını ve yaklaşan fırtınaları görürü;
güvertedekiler ise bunlardan habersizdir.
Fırtınalı havada gözcüye gerek vardır. Ve şu anda hava fırtınalı;
dört bir yandan imdat çağrıları geliyor. Daha dün, bir yazar güvertede sakin
sakin dolaşıp manzara resimleri çekebiliyordu; ama dünya kırk beş derece yan
yatmışken, yeşil dalgalar bizi yutmaya hazırlanır, geminin gövdesi de
çatırdarken kim ister manzara resimlerine bakmayı! Bu gün bizler ancak ölümle?
Eğer yeniden baştan başlayabilseydik nasıl, neyle yaşardık? Ve ne için? Bu gün
edebiyatta bize gereken, seren direğinin tepesinden, uçaklardan görünen dev
felsefi ufuklardır; bize gereken en nihai, en korkunç ve en korkusuz ‘neden’ler
ve ‘sonra ne olacak’lardır.
Gerçekten canlı olan, hiçbir şey karşısında duraksamaz ve
‘çocukça’ sorulara hiçbir şeye aldırmadan cevap arar. Cevaplar yanlış olsun,
felsefe hatalı olsun, ne çıkar – hatalar, doğrulardan daha değerlidir; doğru
makineye aittir, hata canlıdır; doğru güvence verir, hata ise rahatsız eder. Ve
eğer cevaplarımız ulaşılması imkânsız şeylerse daha da iyi! Cevabı belli
sorularla uğraşmak, beyinleri inek işkembesi gibi kurulmuşa benzeyen insanlara
özgüdür- ve biliriz ki işkembe ancak
geviş getirmeye yarar.
Eğer doğada sabit şeyler, sabit gerçekler olsaydı, tüm
bunlar yanlış olurdu. Ama şükür ki gerçekler hatalıdır. Diyalektik sürecin özü
tam da budur. Bu günün doğruları yarının yanlışlarıdır; en son sayı yoktur.
Devrim her yerde, her şeydedir. Sınırsızdır. En son
devrim, en son sayı yoktur.
Yevgeni Zamyatin
Edebiyat, Devrim, Entropi ve Başka Meseleler adlı
makaleden..