Hava çok yağışlıydı. Rüzgâr onu belinden yakaladğında,
yağmur bir yandan öbür yana savruluyordu neredeyse. O gece koca antonio'yle
beraber ava çıkmıştık. Koca antonio, tarlasındaki yeni filizlenen mısırlara
dadanan bir porsuğu öldürmek istiyordu. Biz porsuğu beklerken onun yerne yağmur
vebizi boş bir kulübe-dükkana sığınmak zorunda bırakan rüzgar geldi. Koca
antonio bir köşeye çekilip oturdu, ben de eşiğe iliştim. İkimizde sigara içtik.
O kestirdi, bense yağmurun, her zamankinden daha kaprisli olan rüzgarın
etkisiyle nasıl bir yerden bir yere doğru eğildiğini izlemeye daldım. Yağmurla
rüzgarın dansı bitti ya da başka bir yere gidip orada devam etti. Kısa süre
sonra yağmurdan geriye kalan tek şey, cırcırböcekleri ve kurbağalar arasındaki
insanın kulağını sağır edecek rekabetti. Koca antonio'yu uyandırmayayım diye
ses çıkarmamaya çalışarak dışarı çıktım. Hava, tıpkı arzunun tatmin edildiği ve
birbirine kenetlenen bedenlerin dansı sona erdiği zamanki gibi, hala ıslak ve nemliydi.
"Bak," dedi koca Antonio, batıdaki bulutların
arasından zorlukla görünen bir yıldızı işaret ederek. Yıldıza bakıp içimde
hüznün ve acı yalnızlığın ölü ağırlığını hissettim.
Yine de gülümseyip koca antoino bana sormadan anlatmaya
başladım: "bir atasözünü hatırladım, galiba şöyle bir şeydi: parmak güneşi
gösterdiğinde, yalnızca aptallar parmağa bakar."
Neşeyle güldü koca antonio, "güneşe bakıyorsa daha da
aptaldır. Kör olur," dedi. Koca antonio'nun bu çarpıcı mantığı, ben tam
atasözünün ne anlama geldiğini açıklamaya hazırlanırken kekelememe neden oldu.
Koca antonio gülmeye devam etti; bana mı, açıklamama mı, yoksa güneşe değil de
güneşi gösteren parmağa bakan aptala mı gülüyordu, anlamadım.
Koca antonio yere oturup silahını bir kenara koydu ve o eski
kulübe-dükkandan aldığı aletle sigarasını sarmaya başladı. Susmanın ve
dinlemenin zamanının geldiğini anladım. Yanına oturup pipomu yaktım.
Koca antonio sigarasından birkaç nefes çektikten sonra
başladı sözcük yağmuruna. Sözcükler ağzından dökülürken duman yüzünden
yumuşuyorlardı sanki. "az önce parmağımla yıldızı göstermiyordum. Elimle
ona değebilmek için ne kadar yürümem gerek diye düşünüyordum. Tam sana elimle
yıldız arasındaki mesafeyi hesaplar mısın diye soracaktım ki, sen şu parmak ve
güneşle ilgili atasözünü patlattın. Senin atasözündeki aptalın daha zeki bir
alternatifi yok. Eğer güneşe baksa, kör olmasa bile mutlaka tökezleyip düşecek.
Çünkü yukarıya bakıyor. Parmağa baksa, kendi yolunda gidemeyecek. Ya olduğu
yerde kalacak ya da parmağı takip edecek. İki yol da gayet aptalca; güneşe
bakmak da, parmağa bakmak da. Gördün mü, büyük güçleri takip ederek
ilerleyemez, yaşayamazsın. Çünkü ölçtüğündünde tahmin ettiğin kadar büyük
olmadıklarını görürsün. Güne ulaşmak için yürüdüğümüz gece gelecek. Eğer sadece
elin çok yakınına bir yere bakarsak, çok uzağa gidemeyiz. Ama çok uzaklara
bakarsak da tökezleyip
Düşeriz. Yolumuzu kaybederiz."
Koca antonio sustu. "peki, elin çok yakınına ve çok
uzağına basıl bakabiliriz?" diye sordum.
Koca antonio birkaç nefes çekti sigarasından ve yeniden
konuşmaya başladı: "konuşarak ve dinleyerek. Hem yanımızda hem de çok
uzaklarda olanlarla konuşup, onları dinleyerek."
Koca antonio yine yıldızı gösterdi. Eline baktı, "hayal
kurarken yukarıdaki yıldıza bakman gerek, ama eğer savaşıyorsan yıldızı
gösteren ele bakman gerek. Yaşamak budur. Bir aşağı bir yukarı bakar
durursun." dedi.
Koca antonio'nun köyüne döndük. Ayrıldığımızda şafak çoktan
sökmüştü. Koca antonio kapıya kadar bana eşlik etti. Dikenli tellerin öteki
tarafına geçtiğimde ona dönüp, "koca antonio, sen yıldızı gösterdiğinde
ben ne yıldıza ne eline bakmıştım," dedim.
Koca antonio sözümü kesti: "aa! demek sen ikisi
arasındaki mesafeye baktın, öyle mi?"
"hayır," dedim. "ikisi arasındaki mesafeye de
bakmadım."
"neye baktın o zaman?"
"senin elinle yıldız arasında duran porsuğa
baktım."
Koca antonio yere eğilip bana vermek üzere bir şeyler
arandı. Atacak bir şey mi bulamadı yoksa ben mi fazla uzaktaydım, bilmiyorum.
Her ihtimalde silahının dolu olmayışı benim açımdan büyük şanstı.
Elin yakınlarını ve çok çok uzaklarını görmeyi deneyerek
uzaklaştım. Yerde ve gökte, ışık geceyi günle buluşturmaya hazırlanırken,
yağmur temmuz'u ağustos'a ekliyor ve benim düşüşlerim canımı daha az yakıyordu.
Bundan on yıl sonra, uzakta olduğumuzu düşündüklerimizle konuşmaya ve onları
dinlemeye hazırlanıyorduk. Yani, sizi.
Sucomandante Marcos