18 Mayıs 2014 Pazar

Yıldızları İşaret Eden Parmak...

Hava çok yağışlıydı. Rüzgâr onu belinden yakaladğında, yağmur bir yandan öbür yana savruluyordu neredeyse. O gece koca antonio'yle beraber ava çıkmıştık. Koca antonio, tarlasındaki yeni filizlenen mısırlara dadanan bir porsuğu öldürmek istiyordu. Biz porsuğu beklerken onun yerne yağmur vebizi boş bir kulübe-dükkana sığınmak zorunda bırakan rüzgar geldi. Koca antonio bir köşeye çekilip oturdu, ben de eşiğe iliştim. İkimizde sigara içtik. O kestirdi, bense yağmurun, her zamankinden daha kaprisli olan rüzgarın etkisiyle nasıl bir yerden bir yere doğru eğildiğini izlemeye daldım. Yağmurla rüzgarın dansı bitti ya da başka bir yere gidip orada devam etti. Kısa süre sonra yağmurdan geriye kalan tek şey, cırcırböcekleri ve kurbağalar arasındaki insanın kulağını sağır edecek rekabetti. Koca antonio'yu uyandırmayayım diye ses çıkarmamaya çalışarak dışarı çıktım. Hava, tıpkı arzunun tatmin edildiği ve birbirine kenetlenen bedenlerin dansı sona erdiği zamanki gibi, hala ıslak ve nemliydi.
"Bak," dedi koca Antonio, batıdaki bulutların arasından zorlukla görünen bir yıldızı işaret ederek. Yıldıza bakıp içimde hüznün ve acı yalnızlığın ölü ağırlığını hissettim.
Yine de gülümseyip koca antoino bana sormadan anlatmaya başladım: "bir atasözünü hatırladım, galiba şöyle bir şeydi: parmak güneşi gösterdiğinde, yalnızca aptallar parmağa bakar."
Neşeyle güldü koca antonio, "güneşe bakıyorsa daha da aptaldır. Kör olur," dedi. Koca antonio'nun bu çarpıcı mantığı, ben tam atasözünün ne anlama geldiğini açıklamaya hazırlanırken kekelememe neden oldu. Koca antonio gülmeye devam etti; bana mı, açıklamama mı, yoksa güneşe değil de güneşi gösteren parmağa bakan aptala mı gülüyordu, anlamadım.
Koca antonio yere oturup silahını bir kenara koydu ve o eski kulübe-dükkandan aldığı aletle sigarasını sarmaya başladı. Susmanın ve dinlemenin zamanının geldiğini anladım. Yanına oturup pipomu yaktım.
Koca antonio sigarasından birkaç nefes çektikten sonra başladı sözcük yağmuruna. Sözcükler ağzından dökülürken duman yüzünden yumuşuyorlardı sanki. "az önce parmağımla yıldızı göstermiyordum. Elimle ona değebilmek için ne kadar yürümem gerek diye düşünüyordum. Tam sana elimle yıldız arasındaki mesafeyi hesaplar mısın diye soracaktım ki, sen şu parmak ve güneşle ilgili atasözünü patlattın. Senin atasözündeki aptalın daha zeki bir alternatifi yok. Eğer güneşe baksa, kör olmasa bile mutlaka tökezleyip düşecek. Çünkü yukarıya bakıyor. Parmağa baksa, kendi yolunda gidemeyecek. Ya olduğu yerde kalacak ya da parmağı takip edecek. İki yol da gayet aptalca; güneşe bakmak da, parmağa bakmak da. Gördün mü, büyük güçleri takip ederek ilerleyemez, yaşayamazsın. Çünkü ölçtüğündünde tahmin ettiğin kadar büyük olmadıklarını görürsün. Güne ulaşmak için yürüdüğümüz gece gelecek. Eğer sadece elin çok yakınına bir yere bakarsak, çok uzağa gidemeyiz. Ama çok uzaklara bakarsak da tökezleyip
Düşeriz. Yolumuzu kaybederiz."
Koca antonio sustu. "peki, elin çok yakınına ve çok uzağına basıl bakabiliriz?" diye sordum.
Koca antonio birkaç nefes çekti sigarasından ve yeniden konuşmaya başladı: "konuşarak ve dinleyerek. Hem yanımızda hem de çok uzaklarda olanlarla konuşup, onları dinleyerek."
Koca antonio yine yıldızı gösterdi. Eline baktı, "hayal kurarken yukarıdaki yıldıza bakman gerek, ama eğer savaşıyorsan yıldızı gösteren ele bakman gerek. Yaşamak budur. Bir aşağı bir yukarı bakar durursun." dedi.
Koca antonio'nun köyüne döndük. Ayrıldığımızda şafak çoktan sökmüştü. Koca antonio kapıya kadar bana eşlik etti. Dikenli tellerin öteki tarafına geçtiğimde ona dönüp, "koca antonio, sen yıldızı gösterdiğinde ben ne yıldıza ne eline bakmıştım," dedim.
Koca antonio sözümü kesti: "aa! demek sen ikisi arasındaki mesafeye baktın, öyle mi?"
"hayır," dedim. "ikisi arasındaki mesafeye de bakmadım."
"neye baktın o zaman?"
"senin elinle yıldız arasında duran porsuğa baktım."
Koca antonio yere eğilip bana vermek üzere bir şeyler arandı. Atacak bir şey mi bulamadı yoksa ben mi fazla uzaktaydım, bilmiyorum. Her ihtimalde silahının dolu olmayışı benim açımdan büyük şanstı.
Elin yakınlarını ve çok çok uzaklarını görmeyi deneyerek uzaklaştım. Yerde ve gökte, ışık geceyi günle buluşturmaya hazırlanırken, yağmur temmuz'u ağustos'a ekliyor ve benim düşüşlerim canımı daha az yakıyordu. Bundan on yıl sonra, uzakta olduğumuzu düşündüklerimizle konuşmaya ve onları dinlemeye hazırlanıyorduk. Yani, sizi.


Sucomandante Marcos