Bir öyküyle bir araya geldiniz yani, diye sordum. Çok anlaşılmaz bir şey değildi, yine de
sordum. Şaşkınca baktığını görünce tespitin ya da sorunun hatalı olduğunu
anlamıştım ya, o daha hızlı davranıp düzeltti:
Hayır, dedi. Öyküyle bir araya gelmedik; öyküde bir araya
geldik.
Şaşırmanın adresi değişmişti. Sorar gibi baktım. Bir an durdu.
Nasıl anlatabileceğini düşünür gibi
kaşlarını hafifçe çatmıştı.
Yeni bir öykü fikri dolanıyordu zihnimde, diye anlatmaya
başladı. Metindeki karakterlerden biri için bir modele ihtiyacım vardı. Onu seçtim.
Ne demek onu seçtim, diye araya girdim. Güldü.
Bazen öyle yaparım, dedi.
Öyküye alacağım kişiyi gerçeklikten seçerim. Ama sadece gözlerimin
önünde bir yüz belirsin diye, dedi çabuk çabuk. Soluklandı. İşte o yüz
karakterin içini doldurmama yardım eder.
Sonra, diye sordum. İlgimi çekmeye başlamıştı anlattıkları.
Neden yaptım, bilmiyorum, dedi. Hiç yapmam oysa - kendimi de ekledim bu kez öyküye. Anlattıklarını
anlatmak hoşuna gitmiyormuş gibi bir tını yakaladım sesinde. Böylece o öyküde
bir araya geldik ilk, diye devam etti.
Ne oldu peki, diye sordum.
Çok güzel oldu, dedi gülerek. Yani öykü güzeldi. Öyküde olmaktan,
olmasından mutlu olmuştum. Kendimi neden durduracakmışım ki, hem kime ne zararı
var diye düşünüp bir iki öyküye daha ekledim ikimizi.
Hikâyesi giderek enteresanlaşıyordu. Bir şey dersem,
anlatmaktan vazgeçer korkumdan sessizce devam etmesini bekledim.
Ardından, diye sürdürdü. Bir, iki öykü oldu mu sana on,
elli, yüz. İkimizi söz’ün içine hapsetmekle kalmayıp, bunu devasa bir tutkuya
dönüştürdüğümü fark ettiğimde iş işten geçmişti. Beteri bir süre sonra fark
etti. Karakter olanı değil, diyerek güldü. Sahicisi, benden çıkmış ne varsa
içinde olduğunu anladı.
Ne yaptı anladığında, diye sordum kendimi tutamayarak.
Razı oldu, dedi.
Cidden mi, diye soruverdim inanmayarak. Başını salladı,
yüzünde kendisinin bile bir öyküde anlatamayacağı bir tebessüm oluşmuştu.
Orada olmayı sevdi, dedi. Orada olmasını sevdim.
Bunun ne zararı var, sorum üzerine biraz düşündü.
Emin değilim, dedi. Ellerimle kurduğum bir haksızlık, bir
olmazlığın tüm hayatımıza yayılmaya başladığından endişe ediyorum belki de. Düşündü.
Emin değilim ama, dedi. Hiç olmayabilirim de.
Eee, dedim. Anlatmayı sürdürsün istiyordum.
E’si, dedi. İçine almadığım her öyküde kaybolup gidecekmiş
gibi geldiğinden yazmak da oradaki varlığı da bir tür deliliğe dönüştü. Kendimi
ve onu özgür bırakmam gerektiğini düşüncesini göz ardı ediyor, onun da bu
deliliği bölüştüğüne ikna olmanın yollarını buluyordum.
Konuştunuz mu bundan, diye araya girdim.
Hayır, dedi. Tek kelime bile.
Sonra?
Sonra, dedi. Akıllanayım dedim. Bizi reddedecek bir gerçekliğin varlığı
ayandı. Kurtulsun istedim.
Ne yaptın, diye sordum. Merak, ikide bir araya girmeme neden
oluyordu.
Çık dedim, diye cevap verdi.
Zor olmuştur, diye yorumladım. Başını salladı ‘zordu ‘
manasında.
Ne oldu?
Güldü. Güzel, ancak tanık olunarak anlamı kavranabilecek o
gülüşlerdendi.
Çıkmadı, dedi. Çıkmayı reddetti. Ondandır ki öykünün içindeyiz. Hep.
Tuhafmış, dedim duyduklarımın gerçekliğine pek ihtimal
vermeden.
Öyle, diye yineledi. Tuhaf…
Mey
Betina la Pante