“ Düşlemek, düşüşün mümkün kılındığı yüksekliği kavramaktır.”
Düş’lemek, gerçekliğe bir uçurumun tepesinden bakmak
gibidir, dedi.
Gözlerimi yumup, görüntüye ve düş’ünceye izin verdim:
Uçurumun çekiciliği, düşme ihtimaline karşın orada durup, -
belki rüzgârın hafifçe hareketlendirdiği bedeninin, kesilmiş soluğunu içinde
tutarak – dibe bakabilmekti. Uçurumun da sana bakıyor olma olasılığının önemi
yoktu. Düş’lemek uçuruma bakmak olmadı hiçbir zaman. O, gerçeklikten mümkün
olduğunca dikey olarak uzaklaşmak demekti. Yükseldiğin ölçüde artacaktı haz ve
acı. Tam da bu yüzden, düş’lemek göze almak demekti.
Sessizsin, dedi. Aslında olan bitenin pekala farkındaydı.
Gerçeklik altımda uzanıyor, dedim. Ve giderek küçük, önemsiz
bir lekeye dönüşüyor.
Düşüş’ü aklından çıkarma, uyarısı geldi bunun üzerine.
İnsan, düş’lerken hem yükselir hem düşer.
Gözlerimi uçurumumdan güçlükle ayırıp ona yönelttim. Yükselmeyi ve düşmeyi - elbette – bildiğimi bilmemesinin hangimizin
düşüş’ü olduğunu görmek için baktım gözlerine. Tek görebildiğim yükseklik oldu.
Feci bir yükseklik…
Mey