Sabaha yakındı.
Bir kitabın sayfalarına gömmüştüm zihnimi bulandıran ne
varsa. Kolay olmamıştı, zor da değildi.
İnsan, demiştim kendime. Bırak insanı, diye itiraz etmişti o
da. İnsan değil işte, genelleştirme. Peki, demiştim. Özellemeye korkuyordum,
kendime itiraza da. Bıraktım insanı. Ben, dedim. Kendim, ben’den memnun başını
salladı. Yüreklendirir gibiydi.
Ben, demiştim. Meşruiyetini yitirmiş bir arzuyu
sürüklemeyeceğim kendimle.
Kendim gülümsedi bu dediğime.
Gülüş’ün gerilimi o küçük üç dikişin acımasına neden
olmuştu. Elim kendiliğinden gitti yaranın üzerine.
Bir iz’i örtmek için açılan yeni iz’in bana beni hatırlatan
yanı oluşunun talihsiz bir tesadüf olduğuna inanmaya meyilliydim.
Gözümün hemen altında. Neredeyse bir yıl taşımıştım onu
orada. Taşımadın, diye yine lafa karıştı kendim.
Unutmamak için, diye isyan ettim bu kez. Aynaya her
bakışımda; onu orada görmenin, görmeye dayanmanın meydan okuma olacağına ikna
olmuştum. İçimdeki öfkeye, kabuslara, beni zayıf kılan her şeye.
Gereksizdi, diye kestirip attı kendim. Öyleymiş. Küçük bir
kesik atacak ve yeniden dikeceğiz; on dakikalık iş, demişti doktor. Ve hiç iz kalmayacak.
Bir iz’i örtmek için yeni bir iz yine de, demiştim. Demiş ve masaya yatmıştım.
Kitabın son sayfasına geldiğimde susmamıştı kendim.
İnsan, demişti.
Hani bırakıyorduk insan’ı, diye hatırlatmıştım muzipçe.
Doğru, demişti yakalandığına biraz içerleyerek.
İnsan, demişti yine.
İnsan herhangi bir iz’i taşıyabilir. Oysa sen yalnızca
seçtiğini.
Gülüşmüştük haklılığına. Kitabı kapatıp yatağın içine
kaymıştık. Gözlerimi yummadan, kitap iyiymiş, demiştim.
O ise dikişlerin üzerinden geçirmişti yumuşak dokunuşlarını
bana düşsel bir özlemi anımsattığını bilerek. Uykuya dalmadan az önce yeniden
indiren yağmurun sesini işitmiştik. Seçmediğim iz’lerin listesini yaparken uyku
seçtiğimi sarmalamıştı benimle birlikte…
Mey