Henüz başlanmış bir öykünün,
orta yerinde tıkanıp kalmak gibiydi.
Ne?
..................
Ne?
..................
Ya da?
Hiç, elbette!
Mey
28 Haziran 2014 Cumartesi
27 Haziran 2014 Cuma
Muktedir...
Hazır
ve
yeterince güçlü.
Bilmeye, bildirmeye
söylemeye ve dinlemeye
zamanıdır, demeye. Giriş'ten ibaret bir hikayeyi sürdürmeye.
Denize bakarken. O zaman işte. Bakarken...
Mey
Aylin Güven
ve
yeterince güçlü.
Bilmeye, bildirmeye
söylemeye ve dinlemeye
zamanıdır, demeye. Giriş'ten ibaret bir hikayeyi sürdürmeye.
Denize bakarken. O zaman işte. Bakarken...
Mey
Aylin Güven
25 Haziran 2014 Çarşamba
Düş'kün Ağaçların Masalı...
Biri diğerinin
yalnızlığını soluyan ağaçlar gibiyiz, diyerek anlatıyor bana bizi. Uzak ve kıpırdamasız.
Dinliyorum.
Hayata inansaydık üzülürdük belki biraz, diyor. Masala inancımızdan belkisiz sessizliğimiz.
Yüzüme bakıyor.
Yüzüne bakıyorum.
Beklenmedik bir esintiyle kıpırdıyor yapraklarımız...
Mey
Mey
yalnızlığını soluyan ağaçlar gibiyiz, diyerek anlatıyor bana bizi. Uzak ve kıpırdamasız.
Dinliyorum.
Hayata inansaydık üzülürdük belki biraz, diyor. Masala inancımızdan belkisiz sessizliğimiz.
Yüzüme bakıyor.
Yüzüne bakıyorum.
Beklenmedik bir esintiyle kıpırdıyor yapraklarımız...
Mey
Mey
23 Haziran 2014 Pazartesi
Nessos'un Gömleği...
Etini parçalamadan
üzerinden çekip çıkaramadığın o
gömlekti varlığı.
Insan etine kıyabilir. Kıydın. Tendedir sandın. Değilmiş.
Ruhun giyinik kaldı...
Mey
Francesco Clemente
üzerinden çekip çıkaramadığın o
gömlekti varlığı.
Insan etine kıyabilir. Kıydın. Tendedir sandın. Değilmiş.
Ruhun giyinik kaldı...
Mey
Francesco Clemente
21 Haziran 2014 Cumartesi
Kalbin Kanatları...
Şimdi anlıyorum.
Şimdi anlıyorum. Şimdi. Anlıyorum.
Yola bakarken anlıyorum şimdi. Varmış sahiden kalbin kanatları. Ve gittiğin yön olmayabilirmiş rotası. Şimdi anlıyorum. Şimdi...
Mey
Şimdi anlıyorum. Şimdi. Anlıyorum.
Yola bakarken anlıyorum şimdi. Varmış sahiden kalbin kanatları. Ve gittiğin yön olmayabilirmiş rotası. Şimdi anlıyorum. Şimdi...
Mey
20 Haziran 2014 Cuma
Aşk'ın Haddi...
Söz'le bezenen
bir delilik,
sus'la soyunur, bir büyük dilsizlikte.
Ve içinde patlar çığlığın: Ey aşk!
Yazıldığın kadarsın!
Mey
bir delilik,
sus'la soyunur, bir büyük dilsizlikte.
Ve içinde patlar çığlığın: Ey aşk!
Yazıldığın kadarsın!
Mey
19 Haziran 2014 Perşembe
Hegel'le Bir An...
Çevresinden evrenin dolaşırken düşüncede, gördüm naçiz olanı
-amansız iyi- durmaksızın hızlandırıyordu kalımlı olana,
Ve tüm o engin boşluğu - kötüyle adlandırılan- gördüm,
hızlandırırken kendini tümleştirmek için ve kayboluş ve ölü.
Walt Whitman
Türkçesi: Kadir Yılmaz
18 Haziran 2014 Çarşamba
Uluma…
Özlüyor musun onu, diye sordum.
Her zaman değil, yanıtı geldi. Uzakta birkaç köpek havladı o
sıra.
Ne zaman peki, diye sordum.
Düşündü.
Aklından ne geçti bilmem, gülecek gibi oldu. Gülmedi ama.
Ne zaman gözümü dikip, diye başladı söze. Köpekler havlamayı
karşılıklı ulumaya dönüştürmüşlerdi. Sesi uluyuşların arasında yitecek gibi
azalırken sürdürdü konuşmayı.
Ne zaman gözümü dikip, çok acımış yerlerine baksam işte o
vakit, dedi. Özlüyorum.
Ne çok uludular, diyerek konuyu değiştirmek istedim.
Açlıktan, dedi. Açlıktan hep...
Mey
Arash Shadiafarin
17 Haziran 2014 Salı
Şarkının Yeri…
Kimi şarkılar, dedi.
Ancak bir kalbin taşrasında yer bulur kendine.
Neden, diye sordum ezgiyi benmişim gibi bende işittiğimi
açık etmeden. Nasıl bilmezsin, bakışı gözlerinde sakince sürdürdü söz’ü:
Sürülmüşlüğünden, dedi.
Sürgün yemiş bir şarkının peşinde sürüklenişi anlamaz
gibiydi. Şarkısı olan kalbin taşrasının olmayacağını söylemeye
gerek yoktu. Söylemedim...
Mey
16 Haziran 2014 Pazartesi
Duyusal Uyum...
İçinde havalanan kuşların gürültüsü olmasaydı,
işitebilirdim.
Gelmeyişinin sessizliğini...
Mey
Aylin Güven
işitebilirdim.
Gelmeyişinin sessizliğini...
Mey
Aylin Güven
Kış ve Söz…
Kış yumuşak geçti. Konuşacak
konu bulamadığı için diğerinin gözlerine bakamayanların kurtarıcısıydı bu
yumuşaklık. Bu nasıl kış, diye söze başlıyorlardı suskunluk – ki uzun süren
suskunluklara tahammülü yoktur insan denen varlığın; her büyük suskunluğun
ardından daha büyüğünün geleceğini bildiğinden belki - uzadığında. Neredeyse hiç soğuk yapmadı, doğru
düzgün kar yüzü de görmedik’lerle devam eden söz, çare bulmuşları bir parça
rahatlatıyordu.
Oysa ben çok üşüdüm bu kış. Hava yumuşadıkça için için
titredi bende bir şeyler. Ocak ortasında
sırtımızı ısıtan güneşle birlikte neşelenirken, ne denli üşüdüğüme herhangi
birini ikna edecek sözcüklere sahip olmamamın zihnimde bir noktayı dondurmakta
olduğundan çok emindim. Ne zaman bunu düşünsem, titremem artarken bir yandan da
doğaya söylenerek kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Sözünü tutmadın doğa
efendi, diyordum. Verilmiş bir vaattir
kış! Verilmiş bir söz! Serince bir rüzgâr esecek olsa ya da bir iki
serpiştirmeye başlasa gökyüzü utanır gibi oluyordum kavgamdan haksızlık ettiğim
düşüncesiyle. Bak geldi, geliyor, esiyor, yağıyor. Derken esinti diniyor,
indirecek gibi duran göğ sakinliyor ardından da güneş yüzünü gösteriyordu. Vaat
et ve hiç söz vermemiş gibi yokluğa karış! Zihnimde o nokta buz kesmeyi
sürdürsün! Tüm bu olan bitenin bana yaptıklarından kimseye bahsetmiyordum
elbette. İlkin, umuttan söz edilmemesi gerektiğine inandığımdan. Umut da özlem gibi öz’e ilişkindir çünkü, diyordum
kendime. O ki, yani umut, geriye giden ayaklarınızı umulmadık bir bekleyişe
kitler. Sizi size mıhlar. Mıhlanmışlığımı sevmiyordum. İkinci olarak olan
bitenden birine söz edecek olsam delirdiğimi düşüneceklerine kuşkum yoktu. Delirmiş
olduğumun düşünülmesinden değil, gerçekten delirmiş olmaktan korktuğumu
anlatacak sözcüklere de sahip değildim. Bundandır ki sözünü tutmamış kış’a
öfkemi kendime ve biraz da kendimden sakladım.
Uzun yürüyüşlere çıktım, ağaçlar arasında gezinirken
yakmayıp tatlı tatlı ısıtan güneşten sarhoş kuşların cıvıltılarına kulak
tıkayarak yürüdüm çam ağaçlarının arasında. Kahvehanelerde dostlarla açık
havanın tadını çıkara çıkara içilen acı kahvelerin telvelerini gezdirdim
ağzımın içinde bir yandan tebessüm ederken. Kısadır, denilen uzun gecelerde
işaret parmağımı, zihnimdeki buzlanmış bölgenin bulunduğunu sandığım noktaya
bastırıp durdum kimseye sezdirmeden. Çıkmayan ayazlara inat dudaklarımı mora
boyadım. “ Başarısız boktan bir kış geçirdik…” dizesini içimden yineleye
yineleye daldım karanlık uykulara ve rüyalardan medet umdum zihnimdeki donmayı
çözsün diye.
Kış sonu, bahar hevesle beklenmeye başladığında penceremden
görünen tepecikte beliren kır çiçeklerine baktım uzun uzun. Kırmızısına, sarısına, moruna aldanacak
gibiydim. Ağzımda başlayan hareketliliğin koca bir tebessüme doğru yol aldığını
fark ettiğimde panikle durdurdum onu. Çözülmeye meyletmiş donukluğumun
itirazına aldırmayacaktım.
Bir daha söz verme, dedim.
İsteme, diye cevapladı.
Haklıydı…
Mey
Aşk Çok Yorgundur Şimdi...
Güzel bayan, aşk bitti diye
Kederli şarkılar söyleme;
Bırak bir yana kederi, şarkılarını söyle
Geçip giden aşkın yettiğini
Şarkılarını söyle, ölmüş aşıkların
Uzun derin uykularının şarkılarını,
Nasıl uyuyacağını bütün aşkın kabirde:
Aşk çok yorgundur şimdi.
James Joyce
14 Haziran 2014 Cumartesi
Uzağın Tuzağı...
Uzak, tuzaktır, dedim.
Duydu.
Kalbe değil ama, diye ekledim hemen ardından: kalbe değil, akla tuzaktır.
Duymadı.
Dedim yine de...
Mey
Anna O.
Duydu.
Kalbe değil ama, diye ekledim hemen ardından: kalbe değil, akla tuzaktır.
Duymadı.
Dedim yine de...
Mey
Anna O.
13 Haziran 2014 Cuma
Yanılgı ve Alaz...
Koca bir yangın çıkardın yanılgından, dedi.
Ses etmedim. Devam edecekti.
Sönmüyor ki, demedim. Çünkü,
konuşma sürecekti, tıpkı yangın gibi. O konuştu, ben yanılgının alazına baktım. Öylece...
Mey
Ses etmedim. Devam edecekti.
Sönmüyor ki, demedim. Çünkü,
konuşma sürecekti, tıpkı yangın gibi. O konuştu, ben yanılgının alazına baktım. Öylece...
Mey
11 Haziran 2014 Çarşamba
Yitirmek ve Bulmak...
Bulayım diye kaybettim, dedi
Buldun mu, sorusu kaçınılmazdı.
Hayır, dedi.
Sordum: Ne peki?
Anladım ki, dedi. Bulmak için yitirilmesi gereken o değilmiş.
Neymiş, diye sordum merak içinde.
Anlasana, diyerek güldü: Kaybolursam bulurum.
Yani, dedim. Soruydu.
Yani ki, dedi. Yok'um...
Mey
Buldun mu, sorusu kaçınılmazdı.
Hayır, dedi.
Sordum: Ne peki?
Anladım ki, dedi. Bulmak için yitirilmesi gereken o değilmiş.
Neymiş, diye sordum merak içinde.
Anlasana, diyerek güldü: Kaybolursam bulurum.
Yani, dedim. Soruydu.
Yani ki, dedi. Yok'um...
Mey
9 Haziran 2014 Pazartesi
Aşkın Arılığı...
Aslında mekanın neresi olacağına dair birlikte karar vermiş
ve programımızı en ince ayrıntısına kadar tasarlamış olsak da, şu anda
düşünüyorum da, nedense mekan tamamen silinmiş, zamansa yitip gitmiş.
Hatırladığım puslu bir ikindiydi, ezan sesi uzaktan
duyulmaktaydı. Geniş bir masada karşılıklı oturuyorduk. O masanın hafızamda
kalması bile şu an bana garip gelmekte. Her şey öylesine silinmiş ki, bunu
anlatabilmem sahiden zor. Çok zor.
İlkin, innuendonun ve camelin, jako'nun teninde buluşması,
burnuma çalıyor. Sonrasında bunun yerini belirsizlik alıyor. Hiç bilmediğim
tanımsız bir koku bu. Yoğun. Boşluğun yoğunluğu. Hem çarpıcı. Hem de
uzaklaştırıcı. Göğsümdeki enjoueu da silen. Hatırladığım, ellerimi tutuyor,
yumuşacık. Gözlerimin içine bakarak bana;
"sana hayatımın tek kadını ol, ben de tek erkeğin
olayım, diyemiyorum. Şimdi, yaşantımın bu aşamasında herhangi bir karar
alabilecek noktada değilim. İleride ne olabilir bunu inan ben de bilmiyorum.
Ancak hani nasıl anlatsam, bilemiyorum korkuyorum. İnan bana bu sevginin pürpak
kalması ancak birbirimize uzaklıkla mümkün olur, şu aşamada, bence en doğru
yolu bu" diyor.
Şimdi, ardından geçen bu yetmiş iki saat sonunda. Hala
donmuş bir biçimde tek noktaya bakıyorum. Ne zaman bu katatonik durumdan
kurtulacağım. Beni, ne yeniden hayata döndürecek bilmiyorum. İçimde incecik bir
kan sızmakta. Bazı ellerime hafifçe sızsa da, hep içeride kendini tutmayı
şimdilik başarmakta.
Açıkçası, ilk gün gözlerimden akan yaşlar, şimdi giderek
içimde kurumakta ve bir pınarın yer yer çatlayan mecrasına benzemekte.
Haklı! jako örselenmemeli. Onu korumalı, ilişkinin
kirlenmesine yol açacak şeyleri önlemeli ve bu ilişkinin böylesine arık
kalmasını sağlamalıyım. İçimi kanatan, içimi boydan boya yırtan, kurutan,
deşen, sürgit soluğumu engelleyen bu durum, aşkımızın arılığı için, sözlerine,
ne doğru bir gerekçe.
Ülkemdeki tüm kadınların durduğu yerden, ne yukarıda ne de
daha az aşağıda, yaşadığım bu aşkı, aşkın arılığına teslim edip, kanayan
ellerimin üzerine kapanıyorum.
Saba Kırer
Jako’ ya Mektuplar
Gece İşi, Sabah Mesaisi…
Geceleyin,
uyuduğum yatağın sıcağında öldürüyor;
ve sabahına yeniden doğuruyorum.
Söz’ü,
bi’de
seni.
Her gece
ve
her sabah…
Mey
8 Haziran 2014 Pazar
Düş ve Şarkı...
Ağza takılmış, dili kalabalık bir şarkının;
sus, dinlemez inadı gibi
düş.
Al başa, kur baştan. Ama sakın söyleme...
Mey
sus, dinlemez inadı gibi
düş.
Al başa, kur baştan. Ama sakın söyleme...
Mey
7 Haziran 2014 Cumartesi
Çok Kısa Metraj...
Arabasıyla tatile çıkan adam orta Fransa dağlık bölgesinde kentten ve ve gece yaşamından uzakta sıkılır. Genç kız alışıldık biçimde eliyle otostop çeker, ürkekçe Beaune yönüne mi Tournus mu, diye sorar. Yolda bir çift laf, soluk kesen bir esmer profil, bir iki kez cepheden görünüm, derken arabanın kırmızı koltuğundaki çıplak bacaklara bakanın sorularına az öz. Bir dönemeci alır almaz araba yoldan çıkar ve sık ormanın derinliklerinde yiter. Göz ucuyla usul usul kabaran korku ve bir yandan da ellerini mini eteğin üstünde nasıl kavuşturduğunu duyumsayarak. Ağaçların altında derin bir bitki örtüsü mağaralaşmış, burada olabilir, arabadan atla, öteki kapı ve acıtarak omuzlarından. Genç kız neden olmasın bakışıyla bırakır kendini arabadan, bilir ormanın ıssızında olduklarını. Onu ağaçların arasına sürüklemek için elini beline atınca, çantadan silah ve alnına. Para çantasından sonra, birkaç kilometre ötede bırakacağı arabayı da çalar ama en ufak bir parmak izi bırakmadan çünkü bu meslekte hiçbir şeyi savsaklamaya gelmez...
Julio Cortazar
Julio Cortazar
6 Haziran 2014 Cuma
Şimdiki Zamanın Uzun Cümlesi…
Şurada bir bekleyiş,
orada bir ağaç sırtının kabuklu sert imgesi,
yağmurun sesi cebimde,
rüyaları ince bir defterin solgun sayfalarında saklı tutup;
ısrarcı bir şarkıyı susturma çabasının yorgunluğunu
yaşamanın hay huyuna teslim edip,
bulabildiğim herhangi bir neşe kırıntısının peşine düşüp bir
olmayışı soluyor,
kitap cümleleriyle oyaladığım kalbimin, satır aralarına
senin için koyduğu işaretleri peşi sıra silip;
uzunlu kısalı uykulara yatırdığım bedenime rüzgarı yeniden
sevmesini öğretiyor,
‘ can canı sever / bunun ötesi yok çocuk’ dizesinin geçtiği
şiiri yazdığım küçük kâğıtları ağaç diplerine gömüp kaçıyor;
ertelemenin bir tür inkar olduğunu hatırlamayı kendime
sıkıca tembihliyor,
bütün bunların arasında bir güzel susuyorum…
Mey
5 Haziran 2014 Perşembe
Seçtiğin İz…
Sabaha yakındı.
Bir kitabın sayfalarına gömmüştüm zihnimi bulandıran ne
varsa. Kolay olmamıştı, zor da değildi.
İnsan, demiştim kendime. Bırak insanı, diye itiraz etmişti o
da. İnsan değil işte, genelleştirme. Peki, demiştim. Özellemeye korkuyordum,
kendime itiraza da. Bıraktım insanı. Ben, dedim. Kendim, ben’den memnun başını
salladı. Yüreklendirir gibiydi.
Ben, demiştim. Meşruiyetini yitirmiş bir arzuyu
sürüklemeyeceğim kendimle.
Kendim gülümsedi bu dediğime.
Gülüş’ün gerilimi o küçük üç dikişin acımasına neden
olmuştu. Elim kendiliğinden gitti yaranın üzerine.
Bir iz’i örtmek için açılan yeni iz’in bana beni hatırlatan
yanı oluşunun talihsiz bir tesadüf olduğuna inanmaya meyilliydim.
Gözümün hemen altında. Neredeyse bir yıl taşımıştım onu
orada. Taşımadın, diye yine lafa karıştı kendim.
Unutmamak için, diye isyan ettim bu kez. Aynaya her
bakışımda; onu orada görmenin, görmeye dayanmanın meydan okuma olacağına ikna
olmuştum. İçimdeki öfkeye, kabuslara, beni zayıf kılan her şeye.
Gereksizdi, diye kestirip attı kendim. Öyleymiş. Küçük bir
kesik atacak ve yeniden dikeceğiz; on dakikalık iş, demişti doktor. Ve hiç iz kalmayacak.
Bir iz’i örtmek için yeni bir iz yine de, demiştim. Demiş ve masaya yatmıştım.
Kitabın son sayfasına geldiğimde susmamıştı kendim.
İnsan, demişti.
Hani bırakıyorduk insan’ı, diye hatırlatmıştım muzipçe.
Doğru, demişti yakalandığına biraz içerleyerek.
İnsan, demişti yine.
İnsan herhangi bir iz’i taşıyabilir. Oysa sen yalnızca
seçtiğini.
Gülüşmüştük haklılığına. Kitabı kapatıp yatağın içine
kaymıştık. Gözlerimi yummadan, kitap iyiymiş, demiştim.
O ise dikişlerin üzerinden geçirmişti yumuşak dokunuşlarını
bana düşsel bir özlemi anımsattığını bilerek. Uykuya dalmadan az önce yeniden
indiren yağmurun sesini işitmiştik. Seçmediğim iz’lerin listesini yaparken uyku
seçtiğimi sarmalamıştı benimle birlikte…
Mey
4 Haziran 2014 Çarşamba
Yürüyen Merdiven Çay İçen Asansör...
Dışarıdayım.
Biraz gofret ve gün ışığı ile.
Dışarıda olmak kendinle inatlaşmaktan kaçıştır. Dışarıda
olmak ekmeğin yaralarına tanıklıktır.
Tarih görmek, Tarih okumak, Tarih yaşamak.
Korkmamaktır dışarıda olmak. Gün ışığı ile bir kadını aynı
kareye sığdırıp gülümsemek çığlığını bastırmamaktır. Korkmamaktır dışarıda
olmak. Boya kalemlerinden, resim kitaplarından. Sokağın tavanı var ya hani!
Uçsuzluktan başını almamaktır sanki değiştirebilecekmiş gibi yavrunun rüyasında
kanatlanan bisikleti. Zarar vermeden sevebilmeyi düşündürür dışarıda olmak,
insanlar arasında.
KORKMUYORUM.
Emre Küçükoğlu
Hikâyenin Katli…
Yürüyorum.
Attığım her adımla ceplerimden düşüyor bir hikâyenin cesedi.
Ne ardımda bıraktığım mezarlığa bakıyorum dönüp; ne de önümde uzanan yolda,
parmaklarımın ucunda açılmış sahibini bekleyen boş çukurlara.
Her ölüm yeni bir dirimin doğuşudur, bilirim. Bilir ve gözüm
kapalı kıyarım kalbimdeki rahmin taşıdıklarına. Çünkü yürüyorum...
Mey
Anna O.
3 Haziran 2014 Salı
Henüz…
Şimdi,
olmayanı bulup çıkaracaksın kendinden, dedi: Sabır.
Zehrim, dedim. Aldırmadı.
Bekleyeceksin şehrin kapısında: açılsın ve alsın seni için.
Şehri düşündüm, sabretmeyi ve zehri.
Zehri düşündüm, sabretmeyi ve şehri.
Düşündüm, zehir içimde, sabır zehrin yanında. Şehir. Henüz uzakta…
Mey
2 Haziran 2014 Pazartesi
Zaman Dışı...
Akışı yok sayan bir şey duruyor, hemen şurada. Büyüyor, küçülüyor, kaybolmaya yüz tutmuşken belirginleşiyor.
O şey ne, sorusu zamana ait. Neydiyse, onu bağıra basmak ise zamanın yapacağı iş değil. Biliyoruz. Artık öğrendik.
Günler,
haftalar,
aylar,
mevsimler, derken
yıllara yayılmış bir yolculuk hazırlığı gibiyiz.
yolun bir ucu sen, diğeri ben.
Neler almayacağız yanımıza, sorusunun yanıtı belli. Biliyoruz; varmayacağız.
Çünkü yolun öteki ucu bir ihtimal ve o ihtimalin var kıldığı bir bekleyişiz. Hep öyleydik.
Ve zamanın dışındayız. Öyle başlamıştık, bitmezken de öyle kalacağız. Biliyor, bildiğimizi susuyoruz.
Çünkü söz zaman'a aittir; yol'a değil. Hiç değil...
Mey
O şey ne, sorusu zamana ait. Neydiyse, onu bağıra basmak ise zamanın yapacağı iş değil. Biliyoruz. Artık öğrendik.
Günler,
haftalar,
aylar,
mevsimler, derken
yıllara yayılmış bir yolculuk hazırlığı gibiyiz.
yolun bir ucu sen, diğeri ben.
Neler almayacağız yanımıza, sorusunun yanıtı belli. Biliyoruz; varmayacağız.
Çünkü yolun öteki ucu bir ihtimal ve o ihtimalin var kıldığı bir bekleyişiz. Hep öyleydik.
Ve zamanın dışındayız. Öyle başlamıştık, bitmezken de öyle kalacağız. Biliyor, bildiğimizi susuyoruz.
Çünkü söz zaman'a aittir; yol'a değil. Hiç değil...
Mey
Bir Şiirin Hatıra Defteri...
melek’e,
ekim’e ve yıldız’a
külden
yapılma bir şehirde karşılaşmıştık seninle. binalar,
bir
deniz arıyordu ışıklarını düşürmek için. yüzümüzde çizgi
romandan
bir aşk, yanık otların kokusunu doldurmuştuk
konuşma
balonlarının içine. titremişti toprağın iskeleti,
dünyalar
geçmişti ayak parmaklarının arasından, gözlerin bir
ışık
gibi takip etmişti ölü doğmuş dillerin işaretini.
biliyorsun,
herkesin bir baba öyküsü vardır, bir de evlerden
taşan
babasızlığı. sen devrimle avuttun kalbini, ben içinden
ağaç
çıkan yumurtalarla. solaryuma giren bir güneş kadar
karardı
gök. kederler aktı bir ırmakla beraber, birbirine
vurdukça
şarkılar çıktı taşların arasından.
okyanusun
ortasında boğulan bir göl gibi kaldık.
anlatmıştım
sana; en çok biz bozkır yakışırdı senin rüyana.
kuşlar
kanatlarında taşırdı yıkık kentin sokaklarını. çamurdu
bütün
servetimiz, geri dönen aşklardı. bir yeryüzü kitaplığında
kaybederdik
kayaların altında bulduğumuz adımızı.
o
zaman öğrenmiştim, adından çıkışı olmayan labirentler yapmayı.
bir
şiirin peşinde karşılaşmıştık seninle. kızını sever gibi ovmuştun
lambayı.
kalbinde doğum lekesi taşıyan bir cin çıkmıştı içinden.
kendine
soğuk sular, bana ateşler dilemiştin. zenci tanrılara
bağışlamıştık
durmadan kabuk değiştiren yaralarımızı. gün, evden
kaçmış
bir çocuk gibi yığılmıştı masaya.
en
çok bir at olarak gelmeyi isterdim dünyaya. sense sularıyla
çağlar
deviren bir körfez. kim bilir, belki o zaman altında kalırdı
bu
şehrin aynaları, belki ölü filozofların hayaletleri dönmeye
başlardı
odanda.
sahi,
sayısız odaları olmalıydı kalbinin. ve her birinde gittikçe
büyüyen
uykuların.
kahırdan
yapılma bir dağda karşılaşmıştık seninle. ağaçlara yeniden
can
veriyordu parmakların.
Gökhan Arslan
1 Haziran 2014 Pazar
Yok'luğunun Kısa Özeti...
varlığının bu şekli çok acı: sayısız imgeler, geçişler, anlamlar,
derinlikler ve zamanlardan oluşmakta, ama her şeyin altını çizen acı ise her
şeye, her ana yayılmış yokluğun. ama ben seninle asla yüz yüze gelemiyorum.
yaşıyorum işte... (berger)
içimde ölüyor söz,
yokluk...
gel. ( mey)
yokluğunun sebebini anlatamadım kendime,
yokluğun ne vakittir karlı bir tepe gibi
İçimde. (b. keskin)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)