Kendini sokağa attı. Yüzü yüz, gözü göz gibi değildi. Dur ve
ne yöne gideceğini düşün, diyen sağduyuyu dinleyecek hali yoktu. Mümkün
olduğunca hızlı oradan uzaklaşması gerektiğini söyleyen içgüdüye hak
vermişliğinden büyükçe adımlar atıyordu.
Sonra kolunda bir el, adını zikreden
endişeli bir ses. Durdu. Tanıdı. Şaşırdı. Burada ne yapıyorsun, diye sordu. Herhangi
bir anlama gelebilecek bir omuz silkmesiyle karşılık verdi beriki. Boş ver, buradan
geçiyordum veya seni bekliyordum. Olası cevapların
tümü makul geldiğinden üstelemedi soran. Sormamak ve söylememek üzerine sessiz
bir anlaşmayı getiren kısa bir bakışmanın ardından birinin eli diğerini kavradı.
Yürüdüler.
Götür beni buradan, demedi kederi bedenine taşmış olan.
Yanındayım, demedi
kederi görür görmez tanıyan.
Yürüdüler.
Biri diğerinin uykusunu sardı ilkin, ardından diğeri
ötekinin. Soğutmak için bardaktan bardağa aktarılan kaynar sular gibi, bedenden
bedene ılıdı keder. Buza kesmedi hiç ama yakmadı da. Nice sonra güçlükle uyumuş olanın, uykusunda
gülümsediğini gördü, henüz uyanık olan. Sarabildiği kadar sardı uyuyanı. Tebessüm
de keder gibiydi. Bundan emindi…
Mey
* Allen Ginsberg