Sabırsızlıkla ne diyeceğini beklerken, o inatla başını
okumakta olduğundan kaldırmıyordu. Daha fazla oturamayacağımı hissedince kalkıp
önce kütüphaneyi, sonra masasının üstünü kurcalamaya başladım. Elime aldığımı
şöyle bir evirip çeviriyor, ardından neye baktığımı bilmeden yerine bırakıp
başka bir şeye el atıyordum.
Kurcalayıp durma şurayı, diyen sesini işitince olduğum yerde
sıçradım.
Ama sen de çok uzattın, yarım saatte okuyamadın iki satırı
Benedictus’cum, dedim.
Öğrenemedin gitti sabırlı olmayı, derken bıyık altından
gülüyordu.
Sabır üzerine konuşulacak fazla şey olduğunu düşünmediğimden
bu kısmı atlayarak sadede gelmeye ve en çok da onu getirmeye niyetliydim.
Eee, dedim. Ne düşünüyorsun? Başımla elinde tuttuğu metni
işaret ediyordum ki çok gereksiz bir eylemdi.
Söyleyeceğini nasıl söylemesi
gerektiği konusunda küçük bir hesap yapmakta olduğunu belli eden bir ifade
vardı yüzünde. İçimden ‘eyvah’ dedim.
Bu, dedi. Bir hikâye değil.
Ne demek istiyorsun, bal gibi hikâye işte, diye diklendim.
Bence bu bir dolambaç, dedi.
Anlamadım, dedim safça. Ama anlamıştım.
Hikâyeler böyledir Benedictus’cum, dedim. İnsan hikâye
anlatmaya başladığından bu yana, orasına burasına düğümler atar ki, okuyan veya
dinleyen o düğümün çözülebilme olasılığının cazibesine kapılsın. Yoksa mektup
yazardık; değil mi, diye sorarak gülümsedim.
Belki de mektup yazmalısın, dedi gülümsemeye aynı şekilde
karşılık vererek. Ağzımı açmama fırsat bırakmadan konuşmasını sürdürdü. Bunda,
dedi elindeki metni işaret ediyordu. Dolambaç hikâyede değil, sende.
Ne demek istiyorsun, diye sordum. Kendiliğinden belime
yaslanmış iki elimin komik göründüğünü düşünüyordum bir yandan da.
Zihnindeki düğümleri hikâyenin orasına burasına
serpiştirmen, hikâyeyi değil söylemi dolambaçlı bir hale getirmiş; bir hikâye
yok burada. Senin açmazların var, dedi.
Gözlerimi kısıp yüzüne dik dik bakmaya başladım.
Yani, dedim. Ne diyorsun? Hikâye yazmayı bırak mı, diyorsun?
Hayır, dedi. Zihnindeki dolambacı hikâyeye dönüştürmeyi
bırak diyorum.
Bir süre bakıştık. Yazmadan nasıl olacak sorusu dilimin
ucuna dek geliyor sonra yutuyordum. Anlamış olacak ki, yumuşak bir sesle
ekledi:
Mektup yazabilirsin!
Yüzümün öfkeyle karardığını görünce acımadan son darbeyi
vurdu: Hiç değilse yalnızca mektubun sahibinin zihnini bulandırmış olursun.
Hala belimde duran ellerimi indirdim. Uzanıp elinden metni
aldım, çantama tıkıştırıp ceketimi giydim sakince.
Parka gidiyorum, dedim.
İyi fikir, deyip önünde açık duran kitaba uzandı. Yüzündeki gülümsemeyi
gizlemek için başını kitaba eğdi.
Bir süre görüşmeyelim, dedim biraz da onun canı sıkılsındı
bakalım. Kapıya doğru ilerlerken, madem
görüşmeyeceğiz; mektup yaz öyleyse, deyişine sakladığı kahkahayı işittiğimden
midir, yoksa elimden kaçtığından mı, emin değilim, kapıyı arkamdan sertçe çekip
çıktım…
Mey
Annarita Borrelli