Hayat fırsatlar denizi değil, bir anlam yaratma fırsatıdır,
anlamı kimi sırların kapısını araladığınızda, kendi kapılarımızı yarattığımızda
buluruz.
O belki de bir ressamın paletinden vuran ışıktır, bir şairin
dizesidir.
Düş avlusuna doğru bir başına tutunduğunuz yakıcı rakstır.
Bir yığın insan onu "keşfetme" gibi abes bir
meraka tutunur ve sonra sırf bu yüzden anlamsız bir hayat sürdürme telaşı
başlar .
Zerdüşt bir şey keşfetti, einstein görecelilik teorisini
keşfetti, einstein olmamıza gerek yok, ama kendi zerdüştünüz, hayyamınız
olabilirsiniz; içimizdeki değerleri yeniden kurgulamalıyız, altüst etmeliyiz.
Geçmiş dinler, pasif tutumu benimsediler hep, oysa
"anlam" orada bekliyordu, onu yaratacak özgürlük, enerji insanın
elindeydi, o yüzdendir ki dinin bile yaratıcı unsurlar taşıması gerekiyor.
Uzun oruçlar tuttuğu için çevremizdeki kimi insanları
överiz, katlandığı çileyi kutsarız, oysa önce onun "yaratıcılığını"
öne çekmeliyiz, kimbilir belki adam ciddi bir mazoşistir! buz gibi soğukta
çırıl çıplak oturmak neyi ifade eder? kainatın tüm hayvanları soğukta çıplak
otururlar! onlar derviş mi olurlar?
Gerçek bir sufi, dünyaya olan, olabilecek pozitif katkısını
durmaksızın sorgular, onlar aziz değil, sıradan insanlardır. Sessiz
sedasızdırlar, gösterişsizdirler, ekvator bitkileri gibi kendi yalnızlıklarında
kendi üzerlerine kapanırlar, ışığı kapatmazlar, perdeyi indirmezler, dünyaya
hangi güzelliği katarlar ona bakarlar.
Bir insan şiir yazdığı zaman, resim yarattığı zaman, güzel
bir heykel, senfoni ürettiğinde, sağlam kurguyla bir öykü veya roman yazdığında
o insanı işaretlemeliyiz, hatta çevresine sıkı bir sevgi çemberi ördüğü zaman
onu içselleştirmeliyiz, "sevgi mızmızcıları"nın en çok kimlerin
ekmeğine yağ sürdüklerini de biliyoruz, insanı insan yapan, verdiği güven
duygusudur, her gün bahçesindeki gülleri sizin için sulayan, budayan bir
bahçıvanı övün, korkmayın, çoğalan siz olacaksınız.
İşte: "anlam" önyargısız, koşulsuz yaratılmalıdır,
bildiklerimizi, okuduklarımızı bir kenara bırakalım, hayatımıza yeni renkler
katalım, emin olun hafızanıza kazındığınız tüm renkler canlanacak, parlayacak
yeniden.
Felsefe, şiir, resim, bilim, bilgi yükü, dünyanın en güzel
yükü, ama sürekli bu yükle yol alınmaz. Bunlar içinde kaybolma tehlikesi de
var.
Beynimiz çöp sepetine döner, zihnimiz sıcak çorbaya! ara
sıra boşaltılmış bir zihin gerekiyor hepimize, boş bir zihin emin olun iblisin
yuva kuracağı yer olamaz, boş bir zihin tüm güzelliklere en yakın adrestir.
Bilginin toplandığı, depolandığı yerde yaratıcılık uçar
gider, insanı tüm olayların, fikirlerin sade bir izleyicisi duruma getirmek,
birilerinin değirmenine sürekli su taşıtmaktır, çevremizdeki çoğu insan,
sıradan bir "izleyici" durumunda, ne yazık.
Küçük bir azınlık kala kaldı ortalıkta sersefil! bu küçük
azınlık "eylem" ve "tefekküre" dalmış, ya geri kalanlar?
Onlar futbol izlerler, incil, tevrat , kuran okurlar (işin
tefekkür yönü es geçilir), avesta'yı hatm ederler, gazete okurlar, tüm seyirlik
oyunları izlerler, izlerler, katılım söz konusu değil, yaratıcılık? asla! anlam
aralama? haşa! ya sonra?
Ardından "geç kalmışlık" epistemolojisi ile
yüzleşiriz, alkol'un kaşifi olan ünlü düşünür razi, yığınla bilimsel el yazma
eser yazar. Zamanın halifesi, o kitapları bu büyük alim, arif ‘in başına vura
vura onu kör eder nihayet! çünkü o "sıradan" bir okur değildi, anlam
peşindeydi, kuran'da yer alan "ikre": oku ! emir fiilini o da okudu!
ama yüreğinden fışkıran bilim meşalesinin ışığıyla okudu, hayyam da aynı okulun
öğrencisiydi, ve gün gelir imam gazali'nin üstadı olur, onu eğitir ve bir
öğrencinin üstadına karşı takındığı vefasızlığı görür, gazali ona ihanet eder.
Evet, daha önce de üzerinde durduğum oldu: anlam,
zenginliğin yan ürünüdür aslında; bu zenginlik, parasal ölçüm değil, başka bir
evrenin sunduğu zenginliktir.
Bizim işimiz, sohrab sepehri'nin dediği gibi "kırmızı
gülün sırrını aralamak değil", bir buharlı gemiden gölün tarih ocağına
odaklanmaktır, ateşle raks eden yüreğine bakmaktır.
Ve o kırmızı gülün güzelliğinde yüzmektir ve yaşamın cansız,
durağan bir törene dönüşmesine izin vermemektir. Keza açıklanmayan
"anlar" denizi olmasına izin vermemektir, bırakalım duyugular
soluklansın ve bazı şeyler gizemli kalsın: tıpkı hayatın kendisi gibi.
Polonius şöyle haykırmıştı: "kendi özüne sadık
kal!".
Okuduğum, bildiğim hiçbir ahlak teorisinde veya
uygulamasında, sanatta, edebiyatta olduğundan daha açık ve daha iyi ortaya
konmamıştır.
Cezanne'nın ifadesiyle, "gerçekleştirilmiş" bir
yapıtta (edebiyat veya plastik sanatlar ekseninde) hiçbir şey araç değildir,
her şeyin bir etkisi vardır, her şey organik bir varlık gelmiş bütünün gerekli
parçasıdır. Cezanne endişesi (gerçekleştirilmiş) nerde bitip diğer bazı
endişelerin nerede başladığını yalnız edebiyatçı, sanatçı değil, sanat, edebiyat
"edeb"i almış kimselerin de çoğu bilir, anlar.
Aldatmacalardan,"oyunlardan" tiyatro suniliğinden,
"numara"dan duygularla derin ve dayanıklı bir sanat, edebiyat yapıtı
ortaya çıkmaz.
Sanat ve edebiyatta, endişelerle, ıstıraplarla, gayelerle
"araçları", davranışları ve söylenenlerle söyleyiş üslubunu
birbirinden ayırmak çok mümkün görünmüyor.
Yaşamı nasıl açıklıyorsan, nasıl sarmalıyorsan, sanatın da o
olmalı.
Leonardo da vinci'yi de dinlemeyin: "hayat kısa, sanat
uzunmuş!" hayat ve sanata kim yeni bir yanıt verebiliyorsa, ona değer
verin, ortada doğru cevap olmayabilir, doğru ve yanlış yanıt kategorisi özünde
yanlıştır.
"önce cevapsız olmayalım" der, bezmi aleme rebab olmadan sessizce aradan çekilirim,
sessizliktir desturumuz.
Cavid Mukaddes
*kaynakca:
(*) kaynakça:
Zerdüşt-avesta (gatalar)
Osho-yaratıcılık
Cey sanat dergisi-cavit mukaddes (editoryal yazı)
A. Tarkovsky