27 Ağustos 2017 Pazar

ÇAY VE AŞK

Şurada bir çay içelim, dedi. Bir yandan da adımlarını yavaşlatmıştı. Beriki uymak zorunda kaldı. Durakladı. Yüzündeki memnuniyetsizlik öneriye mi yoksa sokağın kalabalığına mı, kestiremedi istekli olan. Çay, dedi belli belirsiz. Eliyle sokağın iki yanını sarmış kafelerden birini işaret ediyordu. Sonra daha kararlı bir sesle ekledi: sabahtır çay içmedim, başım tutacak. Mahcup güldü. Duydukları arasında bağlantı kuramamış gibi baktı kendisinden cevap beklenen. Yürümeyi sürdürmeye istekli bedeni yeni bir adım için hazır gibi görünüyordu. Sonra anladı. Başı tutacak. Beklenmedik bir kahkaha ile rahatlattı karşısındakini. Tamam, dedi. Ama buralara tahammülüm yok. Bu kalabalıkta da benim başım tutuyor. Az ileride kitabevinin arka bahçesi var; sessiz hem de çayı güzel. İkiletmedi çay özlemiş olan. Adımlarının hızını adımlarına denk getirip yürümeye başladı.

Kalabalığı yararak, konuşmadan hızlıca yürüdüler. Sözünü ettiği arka bahçeyi biliyordu ama hiç oturmamıştı. Önünden insanların akıp gittiği yerlerde oturmayı ve devasa bir akvaryuma baktığını hayal etmeyi severdi. Şimdi gittikleri yerse, yüksek duvarlarla çevrilmiş, birkaç ağcın verdiği doğallık izlenimiyle bahçe fikrini kabul edilebilir kılan hareketsiz bir mekândı. Olsun, diye düşündü. Ben de onun gözlerinin kalabalığına bakarım. Gülecek gibi oldu bu düşündüğüne. Çaysızlık alengirli laflara boğdu zihnimi. İlk yudumu alana kadar tek kelime etme diye uyardı kendini. Uyarıya hak verdi. Göz ucuyla yanında yürüyene baktı. Farkında mıydı acaba kendisinden ona yönelmiş olan sessiz talebin. Sokakta yalnızca kendisi varmış gibi yürüyordu, adımları öylesine kendine ait bir toprağa basıyormuşçasına güvenli. Yol arkadaşına yönelik özel bir ilgi gözlenmiyordu hareketlerinde. Hızlıca, etrafında olan bitenle bağı kopuk, gözlerini ileri dikmiş yürüyordu işte. Biraz sonra nihayet yanındakinin varlığını anımsayıp, döndü. Az ileride, dedi sana söz ettiğim yer. Başın tutmadı daha değil mi, derken ağzı gizlemeye gerek görmediği bir alayla kıvrılmıştı. Alınmadı beriki buna. Benden yana bir şey daha biliyor artık, diye düşündü. Zihninize ötekine dair eklenen her yeni bilgi, ötekini daha görünür kılardı. Çayını nasıl içtiği, hangi filmleri dönüp dönüp izlediği, hangi şiire tahammül edemediği, hangi şarkıyı unutamadığı. Varlığının hatları biraz daha belirgindi şimdi onun gözünde. Buna sevindi. Buna çok sevindi. Sonra kızdı sevincine. Çaysızlıktan hep diye düşündü.

Sonunda kitabevine girdiler. Bahçenin arka tarafta olduğunu anımsıyordu. Karşılıklı dizilmiş raflardaki kitapların önünden geçerken her ikisi de adımlarını yavaşlattı. Duracak gibi oldularsa da, öteki aman başın dedi gülerek. Bahçeye çıktılar. İlk buldukları masaya oturdular. Garson çaylarını getirene kadar konuşmadılar. Bardaklar masaya konduğunda ilk konuşan diğeri oldu. Burası çok sakin bir yer, dedi. Gerçi sen önünden kalabalıkların aktığı yerleri seversin, gelip geçen insanları izlemeyi. Çayından ilk yudumunu almış olan belli belirsiz gülümsedi.  Gözlerine dikti bakışlarını ve dedi ki: burası da yeterince kalabalık.


Mey