Şurada bir çay
içelim, dedi. Bir yandan da adımlarını yavaşlatmıştı. Beriki uymak zorunda
kaldı. Durakladı. Yüzündeki memnuniyetsizlik öneriye mi yoksa sokağın
kalabalığına mı, kestiremedi istekli olan. Çay, dedi belli belirsiz. Eliyle
sokağın iki yanını sarmış kafelerden birini işaret ediyordu. Sonra daha kararlı
bir sesle ekledi: sabahtır çay içmedim, başım tutacak. Mahcup güldü. Duydukları
arasında bağlantı kuramamış gibi baktı kendisinden cevap beklenen. Yürümeyi
sürdürmeye istekli bedeni yeni bir adım için hazır gibi görünüyordu. Sonra
anladı. Başı tutacak. Beklenmedik bir kahkaha ile rahatlattı karşısındakini.
Tamam, dedi. Ama buralara tahammülüm yok. Bu kalabalıkta da benim başım
tutuyor. Az ileride kitabevinin arka bahçesi var; sessiz hem de çayı güzel.
İkiletmedi çay özlemiş olan. Adımlarının hızını adımlarına denk getirip
yürümeye başladı.
Kalabalığı yararak,
konuşmadan hızlıca yürüdüler. Sözünü ettiği arka bahçeyi biliyordu ama hiç
oturmamıştı. Önünden insanların akıp gittiği yerlerde oturmayı ve devasa bir
akvaryuma baktığını hayal etmeyi severdi. Şimdi gittikleri yerse, yüksek
duvarlarla çevrilmiş, birkaç ağcın verdiği doğallık izlenimiyle bahçe fikrini
kabul edilebilir kılan hareketsiz bir mekândı. Olsun, diye düşündü. Ben de onun
gözlerinin kalabalığına bakarım. Gülecek gibi oldu bu düşündüğüne. Çaysızlık
alengirli laflara boğdu zihnimi. İlk yudumu alana kadar tek kelime etme diye
uyardı kendini. Uyarıya hak verdi. Göz ucuyla yanında yürüyene baktı. Farkında
mıydı acaba kendisinden ona yönelmiş olan sessiz talebin. Sokakta yalnızca
kendisi varmış gibi yürüyordu, adımları öylesine kendine ait bir toprağa
basıyormuşçasına güvenli. Yol arkadaşına yönelik özel bir ilgi gözlenmiyordu
hareketlerinde. Hızlıca, etrafında olan bitenle bağı kopuk, gözlerini ileri
dikmiş yürüyordu işte. Biraz sonra nihayet yanındakinin varlığını anımsayıp,
döndü. Az ileride, dedi sana söz ettiğim yer. Başın tutmadı daha değil mi,
derken ağzı gizlemeye gerek görmediği bir alayla kıvrılmıştı. Alınmadı beriki
buna. Benden yana bir şey daha biliyor artık, diye düşündü. Zihninize ötekine
dair eklenen her yeni bilgi, ötekini daha görünür kılardı. Çayını nasıl içtiği,
hangi filmleri dönüp dönüp izlediği, hangi şiire tahammül edemediği, hangi
şarkıyı unutamadığı. Varlığının hatları biraz daha belirgindi şimdi onun
gözünde. Buna sevindi. Buna çok sevindi. Sonra kızdı sevincine. Çaysızlıktan
hep diye düşündü.
Sonunda kitabevine
girdiler. Bahçenin arka tarafta olduğunu anımsıyordu. Karşılıklı dizilmiş
raflardaki kitapların önünden geçerken her ikisi de adımlarını yavaşlattı.
Duracak gibi oldularsa da, öteki aman başın dedi gülerek. Bahçeye çıktılar. İlk
buldukları masaya oturdular. Garson çaylarını getirene kadar konuşmadılar.
Bardaklar masaya konduğunda ilk konuşan diğeri oldu. Burası çok sakin bir yer,
dedi. Gerçi sen önünden kalabalıkların aktığı yerleri seversin, gelip geçen
insanları izlemeyi. Çayından ilk yudumunu almış olan belli belirsiz
gülümsedi. Gözlerine dikti bakışlarını
ve dedi ki: burası da yeterince kalabalık.
Mey