28 Ağustos 2017 Pazartesi

BİR ŞEY OLDU

Bir şey olduğu yoktu. Ki. Bir şey oldu. Attı kendini dışarı. Çoktandır koşuyormuşçasına soluk soluğa. Binanın kapısından çıkıp, bir an için durdu. Önünde uzanan güzergâh olasılıklarını tarttı ve ileriye, dedi. Hareketlendi. Hızlı ancak telaşsız adımlarla başladı. Başladığım ne, sorusunu hiçe saydı, devam etti. Duramayabilirim, diye düşündü. Varsın olsun, dedi. Bunca zaman durmuş olmamın değiştirmediklerini düşününce, varsın olsun. Caddenin karşısındaki durağa yaklaşana dek ayakları yürüme eylemini sürdürürken, zihni konuşup durmuştu. Konuşmak mı? Hayır, mırıldanmak daha çok. Mırıltılarının arasına serpiştirdiği sevinç nidaları ise ayaklarına verilmiş komut gibiydiler. Her nidaya daha hızlı, daha büyük bir adım. Durağa yaklaştı, durağı geçti. Geçtiğinde fark etti kadını. Geri döndü, dikkatle süzdü onu. Gidip yanına oturdu neden sonra. Bildiği tek selamlama sözünü verdi kadına: Günaydın. Öğle saatlerinin çoktan sona ermiş olmasını sorun etmeyecek birine benziyordu. Haklıymış. Kadın gülümsedi.

-              Dakikalar geçti, gelmedi, dedi gülümseyişin sonrasında.
-              Yeterince bekleyince geliyor, diye cevap verdi. Aylarca bekledim ben, beklediğimi bilmeden; beklemiş olduğumu ancak geldiğinde ayırt ederek.
Yürüyüşü gibi konuşması da kıpır kıpır. Zihni kıpır kıpır. Asıl kıpırtı ise başka bir yerde. Henüz bundan söz etmeye mahal yok ama.
-              Otobüsü diyorum, diye müdahale etme gereği duydu duraktaki kadın.
-              Gelir, dedi kıpırtılı olan.
-              Neden döndün yolundan, diye sordu beriki. Aynı şeyi beklemediklerini fark etmiş gibiydi.
-              Anlatmaya, diye cevap verdi.
-              Ya gelirse, diyerek emin olmaya çalıştı kadın.
-              Gelsin, dedi kıpırtılı.
-              Anlat, dedi kadın.
Durağa başkaları gelip gittiler bu sırada. Kafa kafaya vermiş bu iki kadının yolcu almak için duran otobüsleri görmeden konuşmaya kapılışlarını göz ucuyla süzüp, otobüslere binip gittiler.
Kıpırtılı söyledikçe, bekleyen kâh kafa sallayarak kâh itiraz jestleriyle eşlik ediyordu ona. Eyleyen ile kurgulayan. Söyleyen ile dinleyen. Dökülen ile toplayan. Kadın ile kadın.
-              Duramıyorum,  dedi kıpırtılı.
-              Durma, diyerek yol verdi bekleyen. Ardından sordu:
-              Ne yapacaksın?
Kıpırtılı, durağa yanaşan otobüse baktı önce, sonra ıssız kaldırımıyla uzayan yola.
-              İlerleyeceğim, diye cevap verdi. Sen ne yapacaksın, diye soruyu ekledi.
Bekleyen de otobüse baktı uzunca.
-              Her an gelebilir, bekleyeceğim, dedi.
Dönüp birbirlerine baktılar.
-              Zihninden dertliyim, dedi bekleyen.
Kıpırtılı güldü:
-              Ben de senin kör umudundan, dedi.
Gülüştüler.
-              Ayrılalım artık, dedi bekleyen. Unutma, asla söze dökülmeyecek o olan şey.
-              Unutmam, dedi kıpırtılı.
Vedalaştılar. Bekleyen kalkıp, kıpırtılının işaret ettiği yol boyunca yürümeye başladı. Önce ağır, sonra nidalara eşlik eden bir hızla. Kıpırtılı onun boş bıraktığı durakta oturup, geliyor mu diye otobüsün yolunu gözlemeye başladı.


Mey