Kimse kendi duygulanma gücünü aşan herhangi bir şeyin
kendisine iyi geldiğini hiçbir zaman söylemeyecektir, diyor durup dururken.
Şaşkınca başımı kaldırıyorum. Nereden çıktı bu şimdi, bakışı
gözlerimde. Bana bakmıyor. Ses vermek zorunda kalıyorum:
Ne diyorsun yine Benedictus’cum, diyorum. Hem duygulanma
gücünü aşmak da ne demek?
Çirkin bir şey, diyor gülerek. Aradan geçen uzun zamanın
ardından yeniden karşı karşıya oluşumuzdan memnuniyetini saklamak istese de
başarılı değil. Ben de değilim. Hoş ben saklama gereği duymuyorum.
Duygulanma gücünüzü aşan her şey çirkindir, diyor.
Açık konuş, diyorum anlamamaktan mustarip zihnim yavaştan
ısınmaya başlamışken. Yine bana ne demeye çalışıyorsun?
Gülümsüyor. Gülümseyişinde barışçıl çizgiler var ve ben
kendimi sakin kalmaya zorluyorum sırf o çizgileri sevdiğimden.
Kederli tutkuların yerini sevinç duygularının almasının
zamanı çoktan geldi diyorum, diye yanıtlıyor beni. Anlamaya başladığımı
görmekten biraz daha rahatlamışlığı, aramızdaki huzur ortamının bozulmasından
endişe eden yanına baskın çıkmış, besbelli.
Kederli tutkuların duygulanma gücümü aştığını mı söylemek
istiyorsun, dediğimi duyduğumda kendime kızıyorum. Bi’ rahat dur işte!
Sadece senin değil, diyor yumuşak bir sesle. Herkesin duygulanma
gücünü aşar. Bu yüzden sevinç duyguları var. Sevinç duyguları, sanki tramplendeymişiz
gibi, ortalıkta kederlerden başka bir şey olmasaydı hiçbir zaman aşamayacağımız
bir yeri kat edebilmemizi sağlar.
Sevinçlerim de var benim bi’ kere, dedirtiyor içimde itiraza
çok meyilli o yan.
Benedictus’ta da var öyle bir yan. Ona; belli ki çok
yetersiz, dedirten de o, biliyorum.
Bir süre konuşmuyoruz. Dayanamıyorum:
Bunların farkında olmadığımı mı düşünüyorsun, diyorum. Elbette
farkındayım.
İnanmaz bakışlarını gizlemek ister gibi çeviriyor yüzünü. Kendimi
durduramıyorum o noktada:
Hem, diyorum. Senin deyiminle ‘sevinçli duygular’, yine
senin deyiminle ‘ kederli tutkular’ olmaksızın olabilirler miydi? Duygulanma gücünü
bilmem ama diyalektiğin gücü diye bir şey var.
Susuyorum.
Düşünüyor.
Bu bir oluş sorunu, biliyorsun diyor sonunda.
Nasıl yani Benedictus’cum, diye soruyorum; aslında sevinçli
bir duygunun tam da orada, aramızda, durduğunu görememesiyle eğleniyorum bir
yandan da.
Küçük bir sevinç bizi kederli duyguları süpürüp atan bir
somut fikirler dünyasına atıverir, diyor. Yani anlamanın dünyasına.
Domuzuna, anlamadım diyorum. Gülüyor.
Eğer sen ve ben, diyor. Sevinçli bir duygu etrafında ortak
bir kavram yaratabilirsek; ilişkimizin belli bir noktasında şunu diyebiliriz:
sonuçta bir şey anladım!
Lafı ağzına tıkıyorum:
ve düne göre daha az aptalım!
Gülüyor.
Gülüyorum.
Sevinçli bir duygu serpiliyor ikimizin arasında bir yerden.
Artık aklı başında olabilirsin, diyor.
Hiç sanmıyorum, derken sırıtıyor ve kederli duygularımı onun
göremeyeceği bir yere saklamış oluşuma şükrediyorum.
Unutma, diye hatırlatıyor: aklı başında olma da bir oluş
sorunudur.
Kederli tutkular da öyle, diyorum.
Özlemişsin beni, diyor.
Sen de beni, diyorum. Sesini çıkarmıyor…
Mey
*Benedictus karakterine atfedilen düşünceler, Deleuze’un
‘ Spinoza Üstüne On Bir Ders ’ adlı kitabından derlenmiştir…