Kendinin farkına varması için onların gelmesi gerekmişti
demek. Öncesine dair hiçliğin başka anlamı olamazdı. Gelmişlerdi ve o var
olmuştu. Henüz ‘Biri’ olmadığı bir zamandı.
Sesle başladı diye düşünüyor Biri. Birdenbire olmuşluğuna
ilişkin ilk anısı sesti. Çekilen, kaldırılan itilen gürültüyle yere bırakılan
eşyaların dehşet verici sesiyle varlık bulmuştu. Ne? Evren, o gürültüsüyle
aklını başından alan sokak, bu ev, şu içinde uyandığı – doğduğu belki – çatı
arasının karanlığı. Sonra diğer sesler. Alçak, yüksek tonlu konuşmalar,
gülüşmeler, kiminde öfkeli atışmalar ve bir de o tüylü yaratığın çıkardığı,
dilini çözemediği o ses. İşitebilmenin henüz bir haz olmadığı o ilk seferde,
üstüne abanan ve çokluk içeren bir korkuydu hissettiği. Derken alıştı. Her seferinde
– işitmek, görmek, kokuyu almak, havadaki gerilim veya neşeyi oluşunun her
zerresinde duyumsamak; bunların hepsine - az az alıştı. Nereden ve nasıl geldim buraya
sorusu için acelesi yoksa da, merak da kısa sürede peyda olmaya başlamıştı.
Belki de yanlarında getirmişlerdir beni, fikri; bir cevap
arayışının aceleye getirilmiş, dayanaksız ve hemen çürütülebilir bir sonucuydu.
Öyle olsaydı, orada olduğunu bilirlerdi, düşüncesiyle hemen vazgeçti, başından
beri onlara ait olduğu umudundan. Bu çatı arasının daimi bir nesnesi
olabileceğini düşünmemek için bir neden yoktuysa da, sıcaklık hissetmediği bir çözüm
olarak geriye ittiği bir seçenekti. Belki cevap onlardaydı ama bunu sorabilecek
durumda olmadığı gibi, onlar tarafından fark edilmemişliğinin ayanlığına
içerlediğinden bu düşünceyi de gerilere itmeyi tercih ediyordu. Derken tüylü
yaratık – kedidir olsa olsa – Biri’nin içerisini yine Biri’nin dışarısından
ayıran kapının önünde fazlaca zaman geçirmeye; Biri’ne ürkünç gelen
yeşillikteki gözlerini o kapıya uzun uzun dikmeye başladı. Bir kapının önü ve
hemen ardını saran huzursuzlukla uzun saatler harcamaya başladılar tüylü
yaratıkla. Giderek diğerlerinin – kadının ve çocuğun – evde olmadıkları uzun
saatlerin tek eğlencesine dönüşen bu kapı önü / arkası duruşlarını sever gibi
oldular. Tüylü yaratığın – kedi diyelim artık ona – ısrarla kapının önünde
nöbetteki bir asker gibi durmaları ilkin çocuğun dikkatini çekti. Ne var kızım
orada, diye sordu hayvanın başını okşayarak. Yoksa fare mi, diye sorarken akla
düşen bu olasılığın kendini huzursuz ettiğini belli eder bir tını vardı
sesinde. Fare olabilir miyim acaba, sorusu böyle düştü Biri’nin aklına.
Ama hikâyenin başlangıcı bu an da değildi…
( sürmeyi sürdürecek)