20 Eylül 2017 Çarşamba

SÖYLENMEMİŞ SÖZ TOPLAYICISININ MEKTUBU

Bu bir mektuptur ve tüm mektuplar gibi söyleyecek bir sözü vardır ve sözün ağırlığını daha fazla taşıyamayacağına canı gönülden ve kalpten inanmakta olan biri tarafından kaleme alınmıştır ve kime nasıl ulaştırılacağı henüz tam ve kesin olarak bilinmemektedir. Ve bu bilinmezlik bu mektubu kaleme alan kişinin canını sıkmakta ve aklını karıştırmaktadır.

Bu mektubu alan kişi, her kim olursa olsun, söylenmeye çalışılan sözü anlaması gerektiğini kavramak zorundadır, aksi takdirde bu mektubu yazan kişinin bu mektubu yazmasının hiçbir anlamı kalmayacak ve bu mektubu boşu boşuna yazmış olacaktır. İşte en çok bu mektubun anlaşılamama olasılığı bu mektubu yazan kişiyi, bu mektubu yazmakla iyi edip etmediği konusunda düşündürmektedir. Ondandır ki bu mektubu yazan kişi, bu mektubu yazmadan önce olabildiğince düşünmüş; bu mektubu yazıp yazmamaya bir türlü karar verememiş ama bir sabah uyandığında, bu mektupta söylenecek sözün söylenmesinin başka yolu olmadığını anlamış ve bu mektubu yazmaya karar vermiştir.

Bu mektubu yazan kişi, aslında, söyleyecek sözü olan mektuplar yazmaktan başka işleri de olan, oldukça meşgul biridir. Her sabah erkenden uyanır. Önce kedilerini – bir tekir: mağrur ve huysuz; bir Ankara kırması: tam bir çapkın -  sonra da kendini doyurur. Bütün sabah denizi görebileceği bir yere yerleştirdiği koltuğuna oturup söylenecek sözleri biriktirir. Söylenemeyecek sözlerle uğraşmanın aptalca olduğuna inanmıştır. Koltukta oturup denize bakarken balığa çıkan küçüklü büyüklü deniz araçlarını izler ve bir balık olsaydı da söylenmesi gereken sözleri biriktirme gibi zorlu bir işi olmasaydı, acaba nasıl olurdu diye düşünür bu mektubu yazan kişi. Bu mektubu yazan kişinin ara sıra onu ziyarete gelen birkaç arkadaşı vardır. Onlara zencefilli çörek ikram eder ve onlarla konuşur. Onlar da onunla konuşur, sonra giderler. Onlar gidince söylenmesi gereken hiçbir sözün söylenmemiş olduğunu fark eder bu mektubu yazan kişi. Söylenmesi gereken sözler yine söylenmemiştir ve ne olacak bu işin sonu diye düşünerek söylenmesi gereken ama söylenmemiş sözleri, onları biriktirdiği kutusuna özenle yerleştirir. Öğle sonları evden çıkar, küçük adımlarla yürümeye başlar. Bazen dağlara bazen denize doğru yürür. Attığı her adıma dikkat eder, yerlere iyice bakar. Olur ya, benden birkaç dakika önce buradan geçen biri söylenmesi gereken bir sözü düşürmüş olabilir, diye düşünür. Bunu düşünmekte çok haklıdır çünkü mutlaka bir tane söylenmemiş söz bulur. Bu hiç değişmez.

İnsanların bunca konuştuğu düşünüldüğünde söylenmeden kalmış sözlerin çokluğu başkalarını şaşırtabilir; ama bu mektubu yazan kişi için durum çoktan kabullenilmiş olduğundan şaşırmakla zaman kaybetmenin anlamı yoktur. Bir ırmak gibi akıp giden ve içinde ikinci bir kez yıkanılmayı olanaksız kılan hayat değil, hayatın içinde söylenmeden kalmış olan sözlerin oluşturduğu o azgın nehirdir. Söylenmeden kalmış hiçbir sözü ikinci bir kez ağza almak mümkün olamayacağından, birinin o ırmağa dalıp yapabildiği kadarını kurtarması gerekmektedir. Bu yüce görevin kendisine biçilmiş olduğunu epeydir bilmekte olan bu mektubu yazan kişi, ödev duygusunu içinde büyük bir ciddiyetle saklarken, üstündeki yıldızlı gökyüzüne göz kırpmayı asla ihmal etmemiştir.
Bu mektubu yazan kişinin bu mektubu yazmadaki amacı, söylenmemiş sözleri biriktirmekten yorulmuş olması ya da biriktirdiği onca sözü ne yapacağını artık bilememesi değil, gün geçtikçe hızını artıran o azgın nehirle tek başına mücadele etmenin olanaksız hale geldiğinin farkında olmasıdır. Bu mektup bir yardım talebidir ve bu mektubu alan kişinin iki eli kanda dahi olsa koşup yardım etmesi gerektiğini anlatmaya çalışmaktadır. Çabasının sonuç vermemesi halinde bu mektubu yazan kişinin diğerlerini uyarma görevi başarısızlıkla sonuçlanacağından, bu mektubun da gidip gidebileceği yer söylenmesi gereken ama söylenemeden kalmış sözler kutusunun dibi olacaktır. O yüzdendir ki, bu mektubu alan kişinin bu mektubu okurken aklından çıkarmaması gereken şey, okuduğu her sözcüğün kaderinin kendi zihninin bu sözleri anlayıp anlamamasına bağlı oluşudur. Bu mektupta söylenmeye çalışılan sözün bu mektubu alan kişi tarafından anlaşılmaması, o sözün, söylenmesi gerekirken söylenmemiş sözler nehrine eklenmesine neden olacak ve o nehir bir zaman hepimizin içinde boğulacağı bir denize dönüşecektir. Yeterince ve doğru anlaşılmamış her söz, söylenmesi gerekirken söylenmemiş bir söze dönüşürken, söyleyeni de dinleyeni de nehrin dibine gönderecek denli ağırlaştırır. Bu mektubu yazan kişinin tek umudu,  henüz ağırlaşmamış bir zihin varlığıdır.

Bu mektubu yazan kişi, yazdığı onca sözcüğe rağmen, söylenmesi gereken ama söylenmeden kalmış bir söz bırakmış olduğu şüphesini içinden atamadan bu mektubun sonuna gelmiştir. Bu mektubu yazan kişi, az sonra bu mektubu bir zarfın içine yerleştirecek; zarfın yapışkanlı kapak ucunu diliyle ıslatarak zarfı kapatacak ve bir yandan da, acaba bu mektubu yazan kişi bu mektubu alan kişinin gözlerinden öper ve yollarını gözler, diye yazsa mıydım, diye düşünecektir. Geç kalmış olduğundan düşüncesinde kalan o sözleri, söylenmesi gereken ama söylenmemiş sözler kutusuna yerleştirmekten başka çaresi kalmayacaktır.



Mey