Bu bir mektuptur ve tüm mektuplar gibi söyleyecek bir sözü
vardır ve sözün ağırlığını daha fazla taşıyamayacağına canı gönülden ve kalpten
inanmakta olan biri tarafından kaleme alınmıştır ve kime nasıl ulaştırılacağı
henüz tam ve kesin olarak bilinmemektedir. Ve bu bilinmezlik bu mektubu kaleme
alan kişinin canını sıkmakta ve aklını karıştırmaktadır.
Bu mektubu alan kişi, her kim olursa olsun, söylenmeye
çalışılan sözü anlaması gerektiğini kavramak zorundadır, aksi takdirde bu
mektubu yazan kişinin bu mektubu yazmasının hiçbir anlamı kalmayacak ve bu
mektubu boşu boşuna yazmış olacaktır. İşte en çok bu mektubun anlaşılamama
olasılığı bu mektubu yazan kişiyi, bu mektubu yazmakla iyi edip etmediği konusunda
düşündürmektedir. Ondandır ki bu mektubu yazan kişi, bu mektubu yazmadan önce
olabildiğince düşünmüş; bu mektubu yazıp yazmamaya bir türlü karar verememiş
ama bir sabah uyandığında, bu mektupta söylenecek sözün söylenmesinin başka
yolu olmadığını anlamış ve bu mektubu yazmaya karar vermiştir.
Bu mektubu yazan kişi, aslında, söyleyecek sözü olan
mektuplar yazmaktan başka işleri de olan, oldukça meşgul biridir. Her sabah
erkenden uyanır. Önce kedilerini – bir tekir: mağrur ve huysuz; bir Ankara kırması:
tam bir çapkın - sonra da kendini
doyurur. Bütün sabah denizi görebileceği bir yere yerleştirdiği koltuğuna
oturup söylenecek sözleri biriktirir. Söylenemeyecek sözlerle uğraşmanın
aptalca olduğuna inanmıştır. Koltukta oturup denize bakarken balığa çıkan küçüklü
büyüklü deniz araçlarını izler ve bir balık olsaydı da söylenmesi gereken
sözleri biriktirme gibi zorlu bir işi olmasaydı, acaba nasıl olurdu diye
düşünür bu mektubu yazan kişi. Bu mektubu yazan kişinin ara sıra onu ziyarete
gelen birkaç arkadaşı vardır. Onlara zencefilli çörek ikram eder ve onlarla
konuşur. Onlar da onunla konuşur, sonra giderler. Onlar gidince söylenmesi
gereken hiçbir sözün söylenmemiş olduğunu fark eder bu mektubu yazan kişi.
Söylenmesi gereken sözler yine söylenmemiştir ve ne olacak bu işin sonu diye
düşünerek söylenmesi gereken ama söylenmemiş sözleri, onları biriktirdiği
kutusuna özenle yerleştirir. Öğle sonları evden çıkar, küçük adımlarla yürümeye
başlar. Bazen dağlara bazen denize doğru yürür. Attığı her adıma dikkat eder, yerlere
iyice bakar. Olur ya, benden birkaç dakika önce buradan geçen biri söylenmesi
gereken bir sözü düşürmüş olabilir, diye düşünür. Bunu düşünmekte çok haklıdır
çünkü mutlaka bir tane söylenmemiş söz bulur. Bu hiç değişmez.
İnsanların bunca konuştuğu düşünüldüğünde söylenmeden kalmış
sözlerin çokluğu başkalarını şaşırtabilir; ama bu mektubu yazan kişi için durum
çoktan kabullenilmiş olduğundan şaşırmakla zaman kaybetmenin anlamı yoktur. Bir
ırmak gibi akıp giden ve içinde ikinci bir kez yıkanılmayı olanaksız kılan
hayat değil, hayatın içinde söylenmeden kalmış olan sözlerin oluşturduğu o
azgın nehirdir. Söylenmeden kalmış hiçbir sözü ikinci bir kez ağza almak mümkün
olamayacağından, birinin o ırmağa dalıp yapabildiği kadarını kurtarması
gerekmektedir. Bu yüce görevin kendisine biçilmiş olduğunu epeydir bilmekte
olan bu mektubu yazan kişi, ödev duygusunu içinde büyük bir ciddiyetle
saklarken, üstündeki yıldızlı gökyüzüne göz kırpmayı asla ihmal etmemiştir.
Bu mektubu yazan kişinin bu mektubu yazmadaki amacı,
söylenmemiş sözleri biriktirmekten yorulmuş olması ya da biriktirdiği onca sözü
ne yapacağını artık bilememesi değil, gün geçtikçe hızını artıran o azgın
nehirle tek başına mücadele etmenin olanaksız hale geldiğinin farkında
olmasıdır. Bu mektup bir yardım talebidir ve bu mektubu alan kişinin iki eli
kanda dahi olsa koşup yardım etmesi gerektiğini anlatmaya çalışmaktadır.
Çabasının sonuç vermemesi halinde bu mektubu yazan kişinin diğerlerini uyarma
görevi başarısızlıkla sonuçlanacağından, bu mektubun da gidip gidebileceği yer
söylenmesi gereken ama söylenemeden kalmış sözler kutusunun dibi olacaktır. O
yüzdendir ki, bu mektubu alan kişinin bu mektubu okurken aklından çıkarmaması
gereken şey, okuduğu her sözcüğün kaderinin kendi zihninin bu sözleri anlayıp
anlamamasına bağlı oluşudur. Bu mektupta söylenmeye çalışılan sözün bu mektubu
alan kişi tarafından anlaşılmaması, o sözün, söylenmesi gerekirken söylenmemiş
sözler nehrine eklenmesine neden olacak ve o nehir bir zaman hepimizin içinde
boğulacağı bir denize dönüşecektir. Yeterince ve doğru anlaşılmamış her söz,
söylenmesi gerekirken söylenmemiş bir söze dönüşürken, söyleyeni de dinleyeni
de nehrin dibine gönderecek denli ağırlaştırır. Bu mektubu yazan kişinin tek
umudu, henüz ağırlaşmamış bir zihin varlığıdır.
Bu mektubu yazan kişi, yazdığı onca sözcüğe rağmen,
söylenmesi gereken ama söylenmeden kalmış bir söz bırakmış olduğu şüphesini
içinden atamadan bu mektubun sonuna gelmiştir. Bu mektubu yazan kişi, az sonra
bu mektubu bir zarfın içine yerleştirecek; zarfın yapışkanlı kapak ucunu
diliyle ıslatarak zarfı kapatacak ve bir yandan da, acaba bu mektubu yazan kişi
bu mektubu alan kişinin gözlerinden öper ve yollarını gözler, diye yazsa
mıydım, diye düşünecektir. Geç kalmış olduğundan düşüncesinde kalan o sözleri,
söylenmesi gereken ama söylenmemiş sözler kutusuna yerleştirmekten başka çaresi
kalmayacaktır.