Adımını dışarı atar atmaz yüzünü yalayan ayazla irkildi.
20:20. Sokak neredeyse boş. Sola, yöneldi, sinemanın yanından geçerken duraksar
gibi oldu. Girse, girmek istiyordu. Açtı, filmi başka zaman izleyebilirim diye
düşündü. Bulvara çıkan sokağa, Olgunlar’a saptı. Kahvenin yanından geçerken
içeri göz attı, tanıdık kimse yoktu. Bu saatte, kim olacaktı ki diye düşündü.
Çantasından eldivenlerini çıkarmaya üşendiğinden ellerini ceplerine tıkıştırıp
adımlarını hızlandırdı. Sokağın sonuna doğru, açık hava sahafları adını verdiği
kısım başlayacaktı ve oradan geçerken, başka geçiş yolu yoktu, tezgâhlarını
toparlamakta olan kitapçılar her zamanki soruyla keseceklerdi önünü: aradığınız
bir şey var mı? Ne ararsanız bulabilirdiniz o tezgâhlarda. Eski kitaplar,
kullanılmış soru bankaları, çok kazandırır umuduyla basılmış ve umudu boşa
çıkarmış üç liralık çoksatarlar, fotokopi yabancı dil ders kitapları ve elbette
korsan basımlar. Aradığım bir şey yok manasında sallayacaktı başını her bir
tezgâhın önünden geçerken. İnsan bir kitabı aramaz, bulur demeyecekti ama her
seferinde aklından geçirdiği halde. Opera Meydanı’ndan 20:30’da hareket eden
otobüsün durağa erken gelmiş olma olasılığını tartacak ve adımlarını
hızlandıracaktı. Sahafları geçer geçmez, bulvara çıkmadan az önce yine
tenhalaştı sokak. Sokaklarını erken terk etmek alışkanlığındaydı şehrin
insanları. Herkes evine koşuyordu ilk akşamdan. Memnun ol buna, diye düşündü.
Memnundu. Soğuktan buz kesen kulaklarını paltosunun yakasına saklamaya
çalışarak bulvara çıktı.
Bulvar sokağa oranla daha hareketliydi. Bir ucu Ulus, diğer
ucu Kavaklıdere’ye uzanan uzun caddenin aşağı yukarı ortasındaki
Bakanlıklar’dan çıkmıştı bulvara. Caddenin karşısındaki durağa geçebilmek için
üst geçidi kullanacaktı, içi bulandı. Kentlilerin tüp geçit dedikleri köprüye
doğru yürüdü. Merdivenleri tırmanırken, az sonra gireceği tüpün kötü kokusu
burnuna ulaşmıştı bile. Çabuk çabuk geçti tüpü, açık havaya çıkar çıkmaz
tuttuğu soluğu bıraktı. Durağa baktı uzaktan, boştu. Otobüsün bu kadar çabuk
gelmiş olması olası gelmedi, rahatladı. Asıl rahatlama, otobüsü beklerken
gövdesine sırtını yaslayıp sigarasını tüttüreceği çınarın etrafında kimselerin
olmadığını görmesiyle geldi. Şimdi beni kucaklayacak sevinciyle yürüdü ağaca
doğru. Yapraklarını çoktan dökmüş yaşlı ağacın kuru dalları hafifçe titriyormuş
gibi geldi, gülümsedi. Akşamların
ıssızlığında onunla içinden ve içten konuştuğundan kimseye bahsetmemişti. Ağaca
yaklaştı, elini cebinden çıkarıp geniş gövdesine değdi usulca. Işıklandırılmış
caddeye düşen gölgesine baktı ağacın. Cebinden sigarasını, ateşi çıkarıp
yerleşti yerine. Saatine baktı, daha var diye düşündü. Sigarayı yaktı, caddenin
uzak köşesine, otobüsün geleceği yöne baktı. İçine aldığı dumanı savurdu ileri
doğru. Anlatmaya başladı.
Bu cadde, dedi ağaca. Bu cadde sınıfsal çeşnisiyle seni de
düşündürmüyor mu? Ağaç sessiz kaldı bizce. Umursamadı. Düşün, dedi. Opera’dan
bu yana ve bu yandan Kavaklıdere’ye dek uzanan o meşhur tabakalaşmayı göreceksin
sen de. Operadan çıktın Kızılay’a dek piramidin en alt kısmından geçerek
yürüyeceksin. Kızılay’dan Bakanlıklar’a geçerken ortalamanın havası saracak
seni. Ve ardından tam buradan yukarı doğru yürüdüğünde, kaldırım taşlarından
caddenin iki yanına sıralanmış mağazalara, o mağazaların vitrinlerine, o
vitrinlerde sergilenen türlü nesnenin etiketine kadar üst kısımda olduğunu
hatırlatacak her şey. Sustu. Bir sigara daha istedi canı. İtiraz bekliyormuş
gibi ağaca dikip gözünü, paketi çıkardı cebinden. İçinden çektiği sigarayı
dudaklarının arasına yerleştirip paketi çantasına attı bu kez. Çakmak yanmakta
direndi önce, sinirlenecek gibi oldu buna. Nihayet sigara yandığında sırtını
yasladı yeniden ağacın gövdesine. Başını kaldırıp yükseklerdeki ince dallara
baktı. Yakında bahar gelecek diye haber verdi. Yeşilleneceksin, yaprakların
olduğundan heybetli görünmene neden olacak. Gün gün güzelleşeceksin ve şu
caddenin eşitsiz salınışı umurunda olmayacak, dedi. Canı kavga istiyor gibiydi,
söylenmeyi sürdürdü. Dakikalardır sessizliğini sürdürmekte olan ağaca ters ters
bakıyordu bir yandan da. Sonra utandı yaptığına, sustu. Caddenin iki yanında
uzanan tüm çınarlardan utandı. Öyle ya, dedi. Nasıl da düşünememişti. Upuzun
bulvar boyunca eşitliği sağlayan tek şey çınar ağaçlarıydı. Caddenin iki yanına
sıralanmış bu yaşlı çınarlar tüm bulvarı kucaklıyor gibiydiler. Sevindi bu
kavrayışa ve sigarasını bitmeden söndürerek gönlünü almaya çalıştı ağacının. Bu
sırada beklediği otobüs durağa yanaşıyordu. Gövdesini okşayarak veda etti
ağacına ve otobüse doğru yöneldi. Biletini basarken otobüsün geniş camından son
kez baktı, bu esnada ağacın komşu çınara dönüp, aşk öyküleri yazmayı
bıraktığından beri böyle bu, üzülüyorum haline dediğini duymadı.